Kamu bankaları gerçekten gerekli mi?
Seçim öncesi ekonominin gidişatı finansal piyasalarda atılan adımlar üzerinden belirlenmeye çalışıldı. Seçim sonrası da bu adımların terse çevrilmesiyle geçtiğinden bu alandaki gelişmeler çok önemli.
Her ülkenin kendi finansal mimarisinde ön plana koyduğu bazı geleneksel araçlar ya da kurumlar var. Bazı ülkelerde hisse senedi piyasası, bazılarında konut finansmanı piyasası, bazılarında kıymetli madenler ve buna dayalı enstrümanlar piyasası gibi. Bizdeyse ekonomiyi sürükleyen ana etken bankalar ve özelde de krediler.
Özellikle kamu bankası diye bir yapının mevcut olması, bu yapı üzerinden de bazen ekonomi politikalarının uygulanabilmesi için kar amacı güden bir şirket için ”irrasyonel” denebilecek uygulamaların hayata geçirilebilmesinin büyük önemi var. Şöyle 2018 sonrası Türkiye’ye baktığımızda eğer “kamu bankası” diye bir fenomen hiç olmasaydı Türkiye’de şu anda bambaşka bir ekonomik-finansal yapıdan bahsediyor olabilirdik.
Kamucu vs liberal
Bu alanda iki görüş ön plana çıkıyor. Kamu bankalarının olmasının ekonominin lehine olduğunu düşünenlerle aleyhine olduğunu düşünenler. Lehte olduğunu düşünenlerin düşüncesine göre; kamu bankaları ekonominin desteğe ihtiyacı olduğu durumlarda kaynak aktarımı yaptıklarından krizlerin derinleşmesini engelleyen bir unsur. Karşı taraf ise bu aracın sadece ekonominin darda kaldığı durumlarda değil, ihtiyaç olduğunda iktidar partilerinin kendi amaçlarını gerçekleştirmek üzere de kullanıldığını savunuyorlar.
Örneğin seçim öncesi kredi faizlerinin düşürülerek geçici bir refah dönemi yaratıp seçmenin oy tercihlerini etkilemeye çalışmak gibi. Aslında bu kadim de bir soruya bizi taşıyor; kamunun ekonomi içindeki payının yüksekliği karşısında eğitim, sağlık, güvenlik gibi elzem alanlar dışındaki piyasaların özel sektöre bırakılması sorunsalı. Her şeyden önce rekabeti engelleyici yapısı nedeniyle, aynı piyasada iş yapan diğer kurumları kötü etkilemesi sebebiyle kamu bankası meselesine ihtiyatla yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum.
Hele bizim gibi denge ve denetleme mekanizmalarının problemli olduğu gelişmekte olan ülkelerde günün sonunda muhakkak bu kamu kaynakları belirli zümrelerin lehine kullanılıyor. Bu sebeple kamunun daha ön planda olması adaletli bir dağılımı beraberinde getirecekmiş gibi gözükse de uzun vadede bunun böyle olmadığı tarih önünde defalarca kanıtlanmıştır.
Bu demek değildir ki, kamu otoritesinin ekonomi üzerinde hiçbir etkisi olmasın ve özel şirketler istedikleri gibi at oynatsınlar. Zaten böyle bir sistem de çağdaş dünyanın hiçbir yerinde yok. Hibrit sistemler içinde bir tarafa ya da diğer tarafa daha yakın olan ülkeler var.
Fiyat mekanizması esastır
Bankacılık sektöründe kamu bankalarının payının yüksekliği ve zaman içinde yükselmesinin yanında, düzenlemeler eliyle özel bankaların da kamunun istediği şekilde hizalanmasına çalışmak da aslına bakılırsa bu alanda özel sektörün etkisinin görünenden de daha düşük olduğunu gösterir.
Mayıs sonu itibariyle %10’lar seviyesinde olan tahvil faizlerinin güncel durumda %40’lar seviyesinde olması da aslında bunun en güzel göstergelerinden biridir. Çağdaş bir ekonomide kaynakların etkin dağılımını sağlayan şey fiyat mekanizmasıdır.
(Rekabetin adil bir şekilde gerçekleştiğini tesis etmek koşuluyla.) 6 ayda %10’dan %40’a gelen bir tahvil faizinde fiyatlama mekanizmasının etkin çalıştığından bahsetmek mümkün değil. Belirli aralıklarla kamu eliyle mevduat faizinden daha düşük kredi faiz uygulamaları buna bir başka örnektir. Geçen haftaki yazımda belirttiğim gibi bu tür uygulamalar, kendi ligimizde kendi kurallarımızla oynayacağız demek anlamına gelir.
Fakat piyasalarda cin çoktan şişeden çıkmıştır. Tarihi geriye doğru ilerletmenin imkânı yok. Eğer mal, emek, sermaye piyasalarında uluslararası entegrasyona girişmişsek bu türden uygulamalar kısa vadede fayda sağlarmış gibi gözükürken uzun vadede zararları büyük oluyor. Uzunca süre yüksek giden ve son dönemde düşen CDS primlerinden de bunu rahatlıkla izleyebiliyoruz.
Kısacası özellikli alanlar dışında kamunun bir oyuncu olarak piyasada yer almasının faydadan çok zarar getirdiğini bana kalırsa finansal sistem üzerinden net bir şekilde gördük, öyle tahmin ediyorum ki görmeye de devam edeceğiz. Tabii ki düzenleyici ve denetleyici özelliklerin her zaman güçlü bir şekilde yer alması gerekliliğini de not edelim. Bunun olmamasının sıkıntılarını 2001 krizi öncesi yaşadığımızı da unutmayalım.