Kalkınmanın "kimyası" düzgün değilse...

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Bir olay ya da olgunun “kimyasından” söz ettiğimizde, onu oluşturan temel yapılardan söz ettiğimizi biliriz.Bu alanda ilk gençlik yıllarımdan beri Nehru’nun bir sözünü sıklıkla paylaşırım: Kimyası uygun olmadığı için toprakla kumun karışımından çorba üretemezsiniz!

Oysa, Nuh’un gemisinde ambarda kalan son artıkları, üzümü, inciri, buğdayı, mısırı, pekmezi ve diğerlerini karıştırarak “aşure” pişirir; hayata tutunabilirsiniz.

Bugün size mecazi anlamıyla “işin kimyasından” söz etmeyeceğim. Türkiye’nin Kimya Sanayi için düşündüklerimi paylaşacağım.

Üç yönüyle bakmak istiyorum: Birincisi, dünya genelinde kimya sektörünü yönlendiren eğilimler nelerdir? İkincisi, Türkiye’deki kimya sektörünün konumu nedir? Üçüncüsü de, ekonominin tüm aktörleri kimya sanayimizde hangi sorunların çözümüne odaklanmalıdır?

Dünya geneline bakış

Danıştığımız uzmanlara göre, dünya kimya sanayi biyoteknoloji, nanoteknoloji, polimer kimyasalları, özel kullanımlı kimyasallar gibi yüksek katma değerli, “yükte hafif, pahada ağır” alanlara yönelmiş durumda.Niş pazarları kapma yarışı var.

Kimya sektörü bir yandan geleneksel hammaddelerde yeni formüllerle ürün çeşitlendirirken, öte yanda yen hammaddelerin sentezlenmesine dayalı ürün farklılaşması hızlanıyor.

Sektörde, büyük ölçekli az sayıdaki firma pazarın ağırlığını elinde tutuyor. Büyük şirketler kendi aralarında satın alma ve birleşmelerle konsolide olurken, küçüklerin pazarda pay kapmasını önelemek için vahşi “fiyat rekabeti” uygulanıyor; potansiyeli olan firmalar piyasa dışına itilince normal fiyatlara dönülüyor.

Kimya sektörü sermaye-yoğun karakterini koruyor; yatırım yapmak için büyük fonlar gerekiyor. Örneğin bir petro-kimya tesisi yaklaşık 7 milyar dolarlık yatırım gerektiriyor.

Sektörde “inovatif” olmayanın ayakta durması zorlaştı.

“Stratejik kimyasalların girdi sorunları” hızla artıyor. Büyük ölçekli firmalar kritik hammaddelerini stoklayarak üretimi güven altına almaya çabalıyor; bu uygulama da ister istemez stok maliyetlerini ürün maliyetlerine yansıtıyor.

Avrupa Kimya Sanayi Konseyi'nin derlediği verilere göre 2015 yılındaki satışlar 3.534 milyar euro düzeyine ulaşmıştır. Kimya sektörü GSMH büyümelerinin çok üstünde büyüyen “sürükleyici sektör” olma özelliğini koruyor.

Satış büyüklüklerine bakarak bir sıralama yapılırsa Çin bir numaralı ülke olma konumunu koruyor. 2015 yılındaki satışlardan 1.409 milyar euroluk aslan payını almıştır; Çin’ in sektördeki satış etkisi hızla büyüyor.

Türkiye’nin konumu

Türkiye’ de kimya sektörünün ithalatı 20-22 milyar dolar düzeyinde.Bu, ülkemizin kara deliklerinden biri olan cari açığın ağırlıklı alanlarından biri olduğunun da kanıtı. Ülkemizde kimya sektöründe etkinliklerini sürdüren firmaların yüzde 95’inden fazlası küçük ve orta boy işletmeler oluşturuyor. Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği'nde 70 üye var; toplam satışların yüzde 60’ını temsil etse de sektördeki mesleki örgütlenme yoğunluğu açısından yeterli bir örgütlenme düzeyi değil. Mesleki örgütlenmenin yeterli olmadığı yerde, bilgili ve temas halinde olan sanayici tabanını genişletilemez; bilgi-odaklı değer üretiminin ağırlık kazandığı bir çağda sektörün rekabet gücü istenen düzeye getirilemez.

Birçok alanda olduğu gibi, kimya sektöründe de, üretim tesisleri, üretim kapasiteleri ve teknik olanaklar, insan kaynağının yetişkinlik durumu, ölçek büyüklüklerinin rekabet gücü etkisi, yönetim anlayışının fırsat ve tehditleri açısından geleceği planlayabileceğimiz net bilgiye eriştiren “dinamik envanter” yok.Bilginin değer üretiminin temel girdisi haline geldiği bugünkü rekabet koşullarında, eksik ve yanlış bilgilerle doğru bir gelecek planlaması yapılamaz, o nedenle bugünkü anlayışımız kalkınmanın kimyasını bozar.

Önümüzde Japonya ve Güney Kore örnekleri olduğu halde, kimya sektöründe “geçiş süreci yönetimi” ve “nihani hedef netliği” açısından da siyasi irade, bürokrasi, sektör ilgilileri ve sivil insiyatiflerin ortak değerler, ortak iradeler, ortak yararlar ve ortak projeler yarattıklarını söyleyemiyoruz.Hele hele işleyen ortak kurumlar oluşturma konusunda yaya kaldığımızı gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz.

Net bilgi olmaksızın, etkin koordinasyon yapılamayacağından,sektörle ilgili teşvikler yerini bulmuyor; sektördeki firmalarımızın “ürün geliştirme” aşamasından “araştırma” aşamasına geçişlerini hızlandırmadan da geleceği inşa etmek mümkün olmuyor.

Ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız?

Denizci atasözü,“Hangi limana gideceğini bilmeyen kaptana hiç bir rüzgarın faydası olmaz!” der. Bütün veriler, ülkemizde kalkınmanın kimyasını düzeltmek istiyorsak, kimya sektörüne ciddi biçimde el atmamız gerektiğini gösteriyor. Kimya sektörünün rüzgarıyla kalkınma teknemizin yelkenini dolduramazsak, durmadan bir şeyler konuşur; tartışır; toplanır, dağılır ama yaratmak istediğimiz sonuca ulaşamayız. Bu tam anlamıyla bir toplumsal enerji israfına yol açar. Böyle bir savurganlığa hakkımız yok.

Yapmamız gereken ilk iş, bir seferberlik anlayışı ile sektörün envanterini çıkarmak olmalıdır.Eğer envanter yoksa, kalkınmanın gerek şartı olan “net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanmanın” hiçbirini doğru dürüst hayata taşıyamayız.

İkinci adım, ülke ihtiyaçlarının net olarak belirlenmesidir: Petrokimya alanında PETKİM ihtiyacın yüzde 15’ini karşılıyor. SOCAR-STAR 2018 yılında devreye girince yurtiçi tüketimin sadece yüzde 35’i karşılanmış olacak. Ülkemizin 2 yeni tesise daha ihtiyacı var. Sektörün 20 milyar doları aşan ithalatı dikkate alınarak; bu sektörde yapılacak yatırımlar otoyol, köprü, demiryolu yatırımları kadar önemli olduğun bilincinde olmalıyız. Altyapı yatırımları uzun dönemde kendilerini geri öderken, kimya sektöründe yapılacak yatırımların “ithal ikamesi” bağlamı, “cari açık” üzerindeki olumlu etkisi ve açığa çıkaracağı sermayenin yeni yatırımlara dönüştürme açısından kalkınmada yaratacağı çarpan etkisi dikkate alınmalıdır.

Ülkemizin özel koşulları dikkate alınarak, TOBB Kimya Meclisi etkinliklerinden olan Ar-Ge Alt Komitesi'nin belirlediği 50 kimyasal ürünle ilgili analizler hızla gözden geçirilmeli; belirlenen ihtiyaçlara göre en az iki “yerleşim bölgesi” saptanmalıdır. Yer belirlemede, bölgesel kalkınma ölçülerinden çok; sektörün uluslararası rekabet gücü ölçüleri dikkate alınmalı; girişimcinin çevre-etkileşim sorunlarını minimize eden bir anlayış benimsenmelidir.

Ülkemizin orta ve uzun dönemde gelişme hedefleri dikkate alınarak, sektörün ileriye-geriye bağlantılarını, girdi aldığı ve girdi verdiği sektörlerle oluşturduğu yeni ekosistemin uluslararası rekabetteki etkilerini, yetişkin iş gücü bulma, özellikle de beyaz yakalı çalışanlar açısından cazip olabilecek yerlerde 'Kimya İhtisas Endüstri Bölgeleri' belirlenmeli; altyapıları tamamlanarak uzun vadeli kiralama ile girişimciye tahsis edilmesi ilk adım olmalıdır. Türkiye böylesi bir yapıyı kısa zamanda hayata taşıyabilecek bütün imkanlara sahiptir.Sadece ciddi bir siyasi irade ve bürokrasi zihin netliğine ihtiyaç var.

Gerek AB bağlamında gerekse diğer ülkelerin mevzuatı yalınlaştırarak yatırım cazibesini artıran uygulamaları dikkate alınarak, bütün düzenlemeler gözden geçirilerek; ülkenin uzun dönemli geleceğini güven altına alacak politika ve uygulamalara yönelinmelidir.

Maddi ve kültürel zenginlik üreterek insanımızın yaşamını kolaylaştırma amacına yönelik kalkınma kimyasının düzgünlüğü; kimya sektörünün yeniden yapılandırılmasını gerektiriyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar