Kalkınma bankacılığının neresindeyiz?
Türkiye’de de, başa ülkelerde de bankacılık kesimi kalkınma sürecinde rol oynamıştır. Ancak kaynaklar açısından mevduata dayalı olan ticari bankacılık doğrudan kalkınma sürecini destelemekten çok işletmelerin işletme sermayesinin ya da ticaretin (ve şimdi de halkın / tüketicilerin finansmanında) rol oynamıştır. Bunun bir çok sebebi vardır.
Ticari bankacılığın kısıtlarından dolayı, değişik ülkeler (özellikle ‘geç kalkınanlar’) kalkınma finansmanını sağlayabilmek için farklı yöntemlere başvurmuştur. Alman kalkınmasında ‘universal’ bankalar önemli rol oynamıştır örneğin. Amerika Birleşik Devletleri’nde sermaye piyasaları da önemli görev görmüşken Japonya ve Kore gibi ülkelerde bankacılık sisteminin nominal faizleri kontrol altına alınarak finans sisteminin özellikle sanayi kesimine düşük reel faizli kredi sunması hedefl enmiştir.
Kalkınma bankacılığı, kalkınmanın finansmanının sağlanmasında kullanılan yöntemlerden birisidir. Kore ya da Japonya’yı bir tarafa bırakın, Amerika Birleşik Devletleri’nde dahi kalkınma bankasına benzeyen yapılar (adı kalkınma bankası olmasa da) kurulmuştur.
Türkiye’de Osmanlı döneminden beri kalkınma finansmanında benzer araçları araya gelmiştir. Örneğin, Ziraat Bankası tarım sektörünün desteklenmesi amacıyla kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan Sümerbank ve sonrasında Etibank yine kalkınma bankası sayılabilir. Belediyelere finansman sağlayan İller Bankası da bir tür kalkınma bankasıdır.
Günümüzde kalkınma bankalarını ticari bankalardan ayıran en önemli faktörlerden birisi mevduata dayanmamasıdır; kalkınma bankaları kendilerini sermaye ve bono ihracı gibi nisbeten uzun vadeli kaynaklarla fonlamaya çalışıyorlar. Kalkınma Bankaları bu kaynak yapısı üzerinden sermayedarlarının kendilerine verdiği öncelikler ışığında ekonomiye orta uzun vadeli finansman sağlarlar. Ya da şirketlere doğrudan sermaye ortaklığı yaparlar. 1950’li yıllardan itibaren Dünya Bankası kalkınma bankalarını gelişmekte olan ülkelerde şirketlere ulaşmada aracı olarak kullanmaya başladı. Bu amaçla Dünya Bankası kalkınma bankalarına kredi sağlıyor, kalkınma bankaları da kendi maliyet, kâr ve teminatlarını koyduktan sonra bu kaynaklarla şirketlerin yatırımlarını finans ediyordu. Türkiye Sınai Kalkınma Bankası bu amaçla kurulmuştu. Yine aynı yıllarda şeker tarımını desteklemek amacıyla pancar kooperatifl eri tarafından ticari bir banka olarak kurulan Şekerbank da bir kalkınma destekleme kuruluşu sayılabilir.
Sonraki yıllarda kamuya ait kalkınma bankaları kuruldu; Devlet Yatırım Bankası, DESİYAB, Turizm Bankası gibi. Bunlar kendi aralarında birleştirildiler, kapandılar, sonuçta günümüzde Türkiye Kalkınma Bankası kamuya ait ana kalkınma bankası haline geldi.
BDDK kalkınma bankalarını sınıfl arken İller Bankası ve Türkiye Kalkınma Bankası ve TSKB ile birlikte Eximbank’ı da bir kalkınma bankası olarak görüyor. Türkiye’de bir de yatırım bankaları var. Bunlar, 1980’lerde rahmetli Turgut Özal’ın finansal serbesti politikaları sürecinde kuruldu. ABD ve Avrupa’daki yatırım bankaları gibi, sermaye piyasası işlemleri yapmak (şirket devralma ve birleştirme danışmanlığı, bono, tahvil ihracı, aracı kurumlar eliyle halka arz gibi) amacıyla kuruldular. Bugün az sayıdaki bu bankalar arasında Aktifbank, Merril Lynch, TAIB Yatırım Bank, Nurol gibileri yer alıyor. Ancak bu bankaların bilanço büyüklükleri bir ikisi hariç oldukça küçüktür.
Kalkınma Bankacılığı, finansal sektörün diğer segmentlerindeki hızlı büyümeyle birlikte Türkiye’de oldukça ufak bir segment olarak kalmıştır. Kalkınma Bankaları daha büyük ve etkin olmalarını sağlayacak kaynaklara erişememektedir. Dünya Bankası gibi uluslarararası kaynaklardan kredi bularak hayatiyetlerini devam ettirmektedir. Bono, tahvil ihracı yapmamaktadırlar. Türkiye Kalkınma Bankası‘nda (ve TSKB) oldukça yetişmiş bir insan kaynağı bulunmaktadır.
Bununla birlikte Kalkınma Bankası başta kaynak yetersizliği ve bankanın Türk ekonomisine hizmet edecek kapsamlı bir araç olarak görülmemesi sebebiyle pek de etkin değildir. Kalkınma bankacılığı diğer ticari bankaların kolay kolay fonlayamayacağı şirket ve projeleri fonlamak zorundadır. Bu tür fonlamalar daha yüksek riskli olduğu için başarısızlık ticari bankalara göre daha fazladır. Bu da kalkınma bankası yöneticilerini baskılar altında bırakmaktadır. Böyle olunca banka para batırma riskini (teftişler vs) bertaraf etmek için ya kredi vermez ya da aşırı teminat ister durumdadır. Her ikisi de kalkınma bankacılığının ruhuna aykırıdır.
Kamunun elindeki Halkbank, Ziraat Bankası, Vakıfb ank gibi bankalar da kalkınmanın bir aracı olabilir. Ancak şu anda bu bankalar normal bir ticari banka mantığıyla çalışmaktadır. Oysa bu bankalar birer piyasa yapıcı (örneğin uzun vadeli faizleri regule edici) ya da bilançolarını yanlış risklere sokmadan kalkınmayı destekleyici kurumlar haline getirilebilirler.
Özel bankalar ise önce de söylediğim gibi, tarihsel olarak da ticari davranmakta ve böyle olunca kalkınmayı desteklemede daha etkin bir rol oynayamamaktadır. Burada ilginç bir istisna olarak TEB’in girişim bankacılığı ürününü sayayım. TEB, yeni kurulan şirketlere teminat zorunluluğu olmadan kredilendirme yapıyor. Hacimler küçük ama ortaya çıkan öğrenme / bilginin değeri yüksektir.
Sonuç, Türkiye kalkınma sürecini devam ettiren bir ülke olarak kalkınma bankacılığını geliştirmek ve hacimlerini büyütmek zorundadır. Ticari bankacılık kesimini de, en azından devlet bankalarını, bu sürece destek verir hale getirmelidir.