Kalan son tedbir olan faiz indiriminde de sona yaklaşıyoruz
Resesyon ortamlarında kamu harcamalarını artırmak ilk akla gelen tedbirdir. Ancak bu sene maliye politikası zaten özel bir harcama paketi devreye sokulmadan ciddi ölçüde gevşeyecektir. Çok iyimser tahminlere dayanarak hazırlanmış olan 2009 bütçesinde açık ister istemez rekor seviyelere fırlayacaktır. Ekonomik daralma yaşanmakta olan bir dönemde bütçe gelirlerini değil, reel bazda artırmak, nominal bazda aynı seviyede tutabilmek bile büyük başarı sayılmalıdır. Gider tarafında yapılabilecekler de son derece kısıtlıdır. Maaşlar, sosyal güvenlik transferleri ve faiz harcamaları gibi zorunlu kalemler bütçenin %70'ini oluşturmaktadır. Geri kalan mal ve hizmet alımları ve sermaye giderlerinin çoğu da gene zaruri harcamalardır. Belki bir kısmının harcama alanları değiştirilebilir. (Nitekim bu sene GAP harcamalarında son dakikada kesintiye gidilmiştir.) Ancak bütçede kesinlikle ilave bir gider kesintisi imkanı yoktur. Şahsi öngörüm bütçe açığının en az 54 milyar TL civarında gerçekleşeceği (milli hasılanın %5.2'si) ve açığın finansmanının piyasalara önemli bir baskı yapacağı şeklindedir.
Esasen maliye politikasından bağımsız olarak düşünülemeyecek olan bir tedbir ise İşsizlik Sigortası Fonu'nun daha aktif ve verimli bir şekilde çalıştırılmasıdır. (Fonun birikimleri Hazine bonosuna yatırıldığı için net harcama miktarı kadar bononun piyasaya satılması gerekir. Bu da maliye politikasında gevşeme anlamına gelir.) Kısa dönem ödeneklerinin miktar ve süresinin artırılması doğru yönde atılmış bir adımdır. Ancak yasanın çıkması yetmez. Bürokratik engellerin minimuma indirilerek kullandırımların da çabuklaştırılması gerekmektedir. Türkiye'de büyük bir istihdam kaybının beklendiği böyle bir senede bu fondaki birikimlerin süratle ve verimli bir şekilde dağıtılması elzemdir.
Alınması gereken (ve de alınmakta olan) diğer tedbir ise para politikasının gevşetilmesidir. Bugüne kadar Merkez Bankası özellikle geçmiş performansına göre oldukça cesur sayılabilecek bir şekilde fonlama maliyetlerini hızla azaltarak geçen hafta itibariyle %11.5 seviyesine indirdi. Ancak Merkez'in faizleri düşürmesi ekonomik aktiviteyi canlandırmaktan daha çok Hazine'nin elini geçici bir süre için rahatlatan bir durum. Eşzamanlı olarak kredi talebinin düşüyor olması bankaların atıl kalan fonlarını mecburiyetten kamu kağıdına yönlendiriyor(du). Her ne kadar kısa vadeli mevduat ve kredi faizlerinde de düşüşler yaşanmaktaysa da, şahsen uzun vadeli kamu kağıtlarının bundan sonra gecelik faiz indirimlerine oldukça sınırlı bir tepki vereceğini düşünüyorum. Zaten son indirimden sonra da gösterge tahvilin faiz oranlarında paralel bir düşüş olmadı, düşüş 50 baz puanın altında kaldı. Kısacası, teknik tabiriyle verim eğrisi dikleşmekte. Bu yıl içinde Hazine'nin finansman ihtiyacının ciddi şekilde artacak olması ve enflasyon dinamiklerinde bir noktada terse dönüş ihtimalinin belirmesi bono faizlerindeki düşüşe fren koyacaktır. Bu durum doğal olarak kredi faiz oranlarındaki düşüşe de set çekecektir.
Hazine'nin 50 milyar TL kadar fazla borçlanması için ya bankaların bu kadar bir parayı kredilerden boşaltmaları, ya da Merkez'in bu kadarlık taze para basması gerekir. Birinci durum ekonomik daralmanın boyutlarının ciddi miktarda arttığını gösterir. Bu durumda enflasyon bir risk olmaktan çıkar, ancak milli hasıla ve istihdamda yüksek oranlı düşüşler meydana gelir.
BM'nin taze para basması durumunda ise enflasyon riskleri artar ve dolayısıyla piyasa faizleri belirli bir eşiğin altına düşmez. Zaten ocak ayı enflasyon verileri açıkçası çok deflasyonist bir görüntü çizmemektedir. Eğer, giyimdeki fiyat azalışları olmasaydı, TÜFE %0.9 gibi çok da düşük olmayan bir oranda gelecekti. Ayrıca, diğer birçok verinin aksine, TÜFE fiyatların geçen senenin aynı dönemine göre artış veya azalışını değil, bir önceki aya göre artış veya azalışını ölçmektedir. Böyle bakıldığında emtia ve petrol fiyatlarındaki azalışın bugüne kadar fiyatlara büyük ölçüde yansımış olması gerekmektedir. Son bir nokta da, son dönemlerde azalmış olsa da, döviz kurlarının enflasyona hâlâ bir ölçüde (belki %15 kadar) geçişkenliği olduğudur. Unutmayalım ki, 35 yıl yüksek enflasyonla yaşamış olan Türkiye ekonomisinin enflasyon refleksleri oldukça kuvvetlidir.
Bu şartlar altında yapılabilecek tek şey Merkez'in parasal genişlemeyi, enflasyon beklentilerini ve piyasa faizlerindeki gelişmeleri çok dikkatli takip ederek politika faizlerinde yapabileceği maksimum indirimi gerçekleştirmeye çalışmasıdır. Merkez'de aynen bunu yapıyor. Ancak son faiz indirimlerinden sonraki piyasa tepkileri burada da sona yaklaşıldığı izlenimini vermekte.