Kahraman mı suçlu mu?

Prof. Dr. Çisil SOHODOL
Prof. Dr. Çisil SOHODOL [email protected]

New York’ta işlenen bir cinayet, yalnızca bir insanın ölümüyle değil, modern dünyanın derin çelişkileriyle de tarihe geçti. Sigorta şirketi UnitedHealthcare CEO’su Brian Thompson’ın öldürülmesi ve zanlı Luigi Mangione’nin tutuklanması, Amerikan sağlık sistemi ve kapitalizmle ilgili bir öfke patlamasına dönüştü. Mangione ise en tartışmalı figürlerden biri haline gelerek “bir katil mi, yoksa sistemin çarkları arasında ezilmiş bir halk kahramanı mı?” sorusunu gündeme getirdi.

Amerikan sağlık sisteminin kara delikleri

Mangione’nin hikayesi, Amerikan sağlık sisteminin yıllardır tartışılan sorunlarının bir yansıması. Ivy League mezunu, genç, yakışıklı ve başarılı bir adam... Ancak bu parlak görüntünün ardında, sağlık sistemiyle olan savaşı yüzünden delik deşik olmuş bir hayat var. Kronik ağrıları nedeniyle geçirdiği ameliyat sigorta şirketinin ödemeleri reddetmesiyle birleşip Mangione’yi sigorta şirketinin yöneticisini öldürmeye kadar itti. Ancak burada kritik bir soru devreye giriyor: Şiddet gerçekten sesimizi duyurmanın bir yolu mu? Yoksa Mangione’nin eylemi, sistemi değiştirmek yerine yalnızca daha fazla şiddeti mi meşrulaştırdı?

Sosyal medya: Mit yaratma makinesi

Bu konu, sıradan bir cinayet davası değil! Tüm dünya, bir cinayet zanlısının yeni medya çağında nasıl bir halk kahramanına dönüştüğünü izliyor. Mangione’nin hikayesi, sosyal medyanın adalet arayışını nasıl dönüştürdüğünü ve algıları nasıl manipüle ettiğini gösteriyor.

Mangione’nin gözaltına alınmasından saatler sonra sosyal medya platformları onu konuşmaya başladı. TikTok videolarında Mangione’ye övgüler dizilirken, X’te “#FreeLuigi” (Luigi’ye özgürlük) etiketi trend oldu. Bazıları onu kapitalizmin zulmüne karşı savaş açan modern bir kahraman olarak görürken, bazıları ise onun yakışıklılığını ve güçlü fiziğini öne çıkararak bir “internet fenomeni” yarattı.

Etsy ve Amazon gibi platformlarda, üzerinde “CEO Avcısı” ve “Luigi Kahramandır” yazan tişörtler satılmaya başlandı. Onu ihbar eden McDonald's çalışanının kimliği ifşa edildiği ve sosyal medyada linç edildiği yazıldı. Gençler, Mangione’yi taklit ederek kapüşonlu sweatshirtler ve deri ceketler giyip New York’ta eylemler düzenledi.

Washington Square Park’ta düzenlenen “Mangione’ye Benzeyenler Yarışması”  ise olayın nasıl bir kültürel fenomene dönüştüğünün en güçlü göstergelerinden biri oldu. Zanlı, tıpkı Hollywood filmlerindeki karizmatik gangsterler gibi sınıfsal öfkenin romantik bir figürüne dönüştü.

Mangione’nin cebinde bulunduğu iddia edilen ve sigorta şirketlerine yönelik öfkeyle dolu yazılar övüldü. Hatta kurşunlara sigorta şirketlerine yönelik eleştirilerin sloganı haline gelmiş “Geciktir, reddet, inkar et” kelimelerini kazıdığı iddiaları, alkışlarla karşılandı.

Gen Z’nin Mangione’ye olan ilgisi, özellikle dikkat çekici. Emerson College tarafından yapılan bir ankete göre, 18-29 yaş arası katılımcıların %41’i, Mangione’nin eylemlerini kabul edilebilir buluyor. Bu, sosyal medya çağında gençlerin adalet algısının nasıl değiştiğini gösteriyor.

Şiddet bir mesaj mı, yoksa çıkmaz mı?

Mangione’nin hikayesi,   çaresizliğin, sistemin acımasızlığının ve sosyal medyanın gücünün kesişim noktası. O, modern bir eşkıya mı, yoksa bir suçlu mu? Bu sorunun cevabı, onun eylemlerinden çok, bizim bu eylemleri nasıl yorumladığımızda gizli.

Onu savunanlar, sigorta şirketlerinin açgözlülüğüne karşı bireysel bir mücadele verdiğini ve “sisteme karşı savaş açtığını” iddia ediyor. Ancak bu romantikleştirilen figür, bir insanı öldürerek adalet sağlanabileceği fikrini de besliyor. Öldürülenin bir insan, bir evlat, bir eş ve bir baba olduğunu unutmak ve şiddetle adalet arayışı bizi o eleştirilen sistem kadar kötü hale getirmiyor mu!

Bu “devrim” çağrısı, etik ve adalet kavramlarıyla ciddi bir çelişki içinde ve modern dünyanın şiddeti nasıl romantize edilebileceğini gösteriyor. Bir adamın öldürülmesi, toplumun adalet arayışında şiddeti araçsallaştırmasının ne kadar tehlikeli olabileceğini anlatıyor.

Bu olay, yalnızca sağlık sistemine değil, toplumsal vicdanımıza da bir ayna tutuyor. Şimdi asıl soru şu: Bu aynada gördüğümüz yansıma, değiştirmek istediğimiz bir dünyaya mı işaret ediyor, yoksa daha fazla karmaşaya mı?

Mangione’nin trajedisi, “kaybolan sistemsel güvenin yeniden inşa edilmesi için hangi yolları seçmeliyiz sorusu hakkında düşünmemizi ve cinayet işleyen kahramanlara değil; sistematik reformlara olan ihtiyacımızı gözler önünde sermiyor mu?

İşte tam da bu yüzden sürdürülebilir kalkınma amaçlarını gerçek kılmaya ihtiyacımız yok mu zaten?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar