Kafalar karışık (2)

Dr. Hakan ÇINAR
Dr. Hakan ÇINAR SIRADIŞI [email protected]

Hani geçtiğimiz günlerde kafalarımız karışık demiştim bir yazımda. Orada ekonomide olup bitenler, dünyadaki karışıklıklar, döviz kurlarındaki ve faizlerdeki dalgalanmalar gibi konulara değinmiştim. Yazının başlığı ile bence Brezilya dizisi gibi bir seri gider; ne zaman biter onu da kestiremiyorum. Nedenine gelince, her konuda kafalar karışık. Belirttiğim gibi ekonomi ve siyasettekiler ile sınırlı değil bu durum; teknolojideki gelişmeler, robotların yaşamımıza hızla girmesi, Endüstri 4.0, dijitalleşme, korumacılık, kaçakçılık mevzuatı v.s.v.s. Bu böyle uzar gider, çünkü öylesine hızlı bir değişim yaşanıyor ki hayatımızda, hangi konuyu nasıl almamız ve nasıl algılamamız gerektiğini çoğu zaman şaşırıyor ve karıştırıyoruz.

Geçenlerde sevdiğim bir dostum, hem de konuşmacı olarak katıldığı lojistik ile ilgili bir konferansta, konuşmacıların hiçbirisinin tam olarak dijitalleşmeden veya değişimin ticarete ve dış ticarete nasıl yansıyacağına dair konulardan çok da net olmadıklarını ve herkesin robotlar ile yönetilecek bir hayata doğru gidişe dikkat çektiğinden söz etti. Birkaç ay önce ben Endüstri 4.0’dan söz ettiğim yazımda başlığı “Endüstri 4.0 – Endişeler 5.0” diye boşuna seçmemiştim. Üstelik ben o yazıyı yazdığımda daha ne Trumph vardı, ne de korumacılığın geleceği boyut. Şimdi diyeceksiniz ki, ne alaka. Çok alakalı, şöyle özetlemeye çalışayım.

21. yüzyıldayız ve teknoloji hızla, hem de çok büyük bir hızla gelişiyor. Ancak dünyadaki bu üretim ve tüketim çılgınlığı ülkelerin cari dengesini de psikolojik dengesini de bozmuş durumda. Bugün en güçlü ekonomilere sahip dediğimiz ülkelerden ABD’nin de Japonya’nın da dış borcu inanılmaz boyutlara ulaşmış durumda. Çünkü yeterli üretimi yapmadığı gibi, pek çok üründe tümü ile ithalata bel bağlamış durumda. İşte bu sebepledir ki, bir tarafta Avrupa’da başlayan Endüstri 4.0 hareketi ile, -ki elbette dijitalleşmeyi destekler, bu konuda farklı bir düşüncem yok- üretim girdisinde insana dayalı emek maliyetinin aşağı seviyelere çekilmesini hedefleyerek, aslında ucuz iş gücü ile üretim yapan ülkelere karşı bir güç yaratılmaya çalışılırken, diğer tarafta, aynı şekilde üretmek yerine sadece ithalata dayalı hareket eden güçlü ve kapitalist ülkelerin bu tehlikeyi fark ederek korumacı yaklaşım içerisine girdiklerine tanık oluyoruz. Dijitalleşme ile her şeyin çözüleceğini zannetmek ve özellikle dış ticarette de hayatımıza girerek, insana pek çok alanda gereksinim kalmayacak düşüncesi son derece yanıltıcı olur. Günümüzde, sürücüsüz bir aracın, bir başka insanı ezmesi veya zarar vermesi halinde kimi ve ne şekilde cezalandırılacağını tartışır iken, ayaklarımızı yere basarak, daha uzun vadeli projeksiyonlar ile geleceği tasarlamamız gerektiğini de atlamamak gerekir. Hani vizyonsuz bir yaklaşım, teknolojiden korkuyor mu acaba gibi sorular aklınıza gelebilir, şaşırmam. Ben sadece gerçeklere dikkat çekmeye çalışıyorum. Gelişen teknolojiyi, doğru bir şekilde elbette işlerimizde kullanmalı, lojistik gibi teknolojinin büyük yarar sağlayacağı sektörlerde, üretimde çok doğru bir şekilde yaşamımıza pek tabi sokmalıyız. Ancak tüm bu değişim ve gelişimler, dünyadaki sosyolojik olaylarda farklılık yaratmasına rağmen, hızlanan yaşam ekonomik dengeleri de bir hayli sarsmakta.

Bizlerin üretmeye, ürettiğini satmaya ve her daim insana ihtiyacımız olduğunu akıllarımızdan çıkartmamamız gerekiyor. Dış Ticarette gümrüklere ihtiyaç ve gereksinim dahi kalmayacağını, teknolojinin orada da tümü ile hayata gireceğine dair tezi ortaya koyarken, ülkelerin gerek ekonomik ve cari denge açısından korumacı olma zorunluluğunu, gerekse kaçakçılık açısından gümrüklere ve sınırlara ihtiyacımız olduğunu, tüm bunların gerçekleşmesinde de asıl ihtiyaç duyulan şeyin insan olduğunu asla unutulmamalı.

Kaçakçılıktan bahsetmişken, aslında bu konunun da kafalarımızın karışık bir mevzu olduğuna değinmeden edemeyeceğim. Kaçakçılık Kanunumuz 1930’larda çıkmış ve milletin malını gümrüklere getirmeme ihtimaline karşı oluşturulmuş. Aslında daha çok halen Doğu ve Güneydoğu Anadolu sınırlarımızdaki eşekle yapılmaya devam edilen taşıma işlerimiz kastedilmekte o dönemlerde. Ancak işte kafa karışıklığı burada başlıyor. Gümrük Kanunumuz kaçakçılık ile ilgili yapılan eklemeler ile ne yazık ki 1930’lu yıllara dönüş eğilimi içerisinde.

Hedef, 5 yıl içerisinde dış ticareti 3 kat arttırmak iken, ne yazık ki bürokrasimiz böyle devam eder ve Kaçakçılık Yasası gümrükte iş yapan kayıtlı ve dürüst dış ticaretçilerimize yıkılıp, sorumlusu kaçıp sadece eşekleri kalan hakiki kaçakçılar yakalanmayıp, “beyanda eksiklik yapmış veya vesaik hatalı olamaz mutlaka yanıltmaya çalışılmış ve düzenlenmiş evraklar, bu kaçakçılıktır” denildikçe, dış ticarete kalkışan tüccar bulmak her geçen gün daha zor olacaktır.

Oysa ki tüccarlarımızı korumalı ve sapla samanı birbirinden ayırmalıyız. Malı eşekler ile getirenler eşekleri bırakıp kaçabilmesine rağmen, dış ticaretçilerimizin yeri yurdu belli ve eşekleri bırakıp kaçmaları da zaten mümkün değil. Kötü niyet taşımayan tüccarlarımızı yıllarca toplu kaçakçılıktan yargılamak, çağa uygun bir uygulama değil. Bir yandan korumacılık ve gümrüklere gereksinim var der iken, bir yandan da kaçakçılık mevzuatımızda yaşanılan ve yaşatılan sıkıntılarda bir başka çelişki yaşamımızda.

Umarım çelişkiler azalır, kafalar daha az karışık olur, biz de yeni şeyler konuşmaya başlarız..

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar