Kafa karışıklığında arka plan

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

12 Haziran seçimleri öncesinde, hatta küresel kriz sırasında, iyimser mesajlar duymaya alıştığımız hükümet yetkililerinin, bu defa piyasa yorumcularından daha baskın bir tonla muhtemel bir krize karşı uyarılar yapmaları şaşkınlık ile karşılandı ve duraksama yarattı. Kafaları karıştıran bir neden de başka bazı yetkililerin aksi yönde ve telaşa mahal olmadığı şeklindeki beyanları oldu. Yükselen en yaygın eleştiri, kamu yönetiminin uyarı yapmak değil, önlem almak durumunda olduğu ve bu tür söylemlerin büyüme ve işsizlik açısından gereksiz fren etkisi yapabileceği doğrultusunda. Mevcut dengelerin kısa vadeli sermaye girişlerine bağımlı kırılganlığı düşünüldüğünde eleştirilerde haklılık payı da var. Ancak ekonomi yönetiminde azımsanamayacak bir deneyimi ve konjonktür politikalarında temkinli tutumuyla ciddi başarısı bulunan mevcut kadronun, öteden beri küresel koşulları iyi izlediğini, potansiyel riskleri seçim sonrasında daha yüksek seslendirmesinin de doğal olduğunu, üstelik uyarı yapmanın önlem almaya engel olmayacağını da kabul etmek gerekir.

Telaşın nedeni yeni potansiyel kriz

Öte yandan küresel krizin merkezi ABD iken, şimdi yeniden patlayacağından korkulan ikinci krizin Avrupa merkezli olacağı beklentisi, kuşkusuz, durumu Türkiye açısından daha ciddi hale getiriyor. İhracatımızın kabaca yarısının AB ile ve euro cinsinden olması, ithalatın ise sadece yüzde 34'ünün euro ile yapılması, euronun zayıfladığı bir sürecin zaten kaygı kaynağı olan dış ticaret dengesi ve dolayısıyla cari denge yönünden baş edilmesi güç bir tehlike olacağına işaret ediyor.  Neyse ki AB'nde verilen yardım kararı alarm durumunu şimdilik öteledi, ama Avrupa üzerindeki kurşuni bulutların renginin koyuluğu devam ediyor. Yani gerçekçi ve temkinli olmakta yarar var.

Kaldı ki ortaya çıkan kafa karışıklığında kısa vade odaklı iktisatçılarımızın katkıları da az değil. Aynı paralelde sayılanların bile bir bölümü döviz kurunun düşürülmesini tek çare gibi görürken, diğer bir bölümü enflasyonun ya da içerideki maliyet artışlarının kur değerliliğinde asıl etken olduğunu ileri sürüyor. Aynı bilgi düzeyindeki sınırlı bir çevrede bile benzer bir analitik yaklaşımda ve neyin esas neyin ayrıntı olduğunda uzlaşma sağlayamazken, asıl odaklanmamız gereken yapısal sorunlar ve reformlar için gerekli olan toplumsal uzlaşmayı nasıl sağlayacağız?

Alışkanlıklarımız ve değerler seti sorunlu

İşin aslına bakarsanız, tartışmamız gereken başka sorunlar var. Öncelikle şu açık ki, ele aldığımız her konuda orta ve uzun vadeyi ilgilendiren çözümleri zor ve gündem dışı sayıp, hep birlikte kısa vadenin tanısı ve yorumlanması ile ilgili laf yarıştırmaya bayılıyoruz. Oysa o uzak saydığımız orta ve uzun vadeler defalarca gelip geçiyor, biz ise bir türlü çözülemeyen kısa vade ile boğuşmamızı sürdürüyoruz.

İkincisi, hemen hiçbir stratejik konuda arkasına toplumsal irade koyduğumuz bir tavır ve politika belirleyemiyoruz. Ne bilim ve teknoloji üretiminde atak yapmayı isteyip istemediğimiz, ne vergi sisteminin temel çatısına ya da kayıtdışının iyi mi kötü mü olduğuna dair ne görüşte olduğumuz, ne doğrudan dış yatırımları çekmenin gerekip gerekmediğine dair kanaatimiz, ne de başlıca güç kaynağımız olan insanımıza verdiğimiz eğitimin diplomanın ötesinde nitelik ve verimlilik artışını nasıl sağlayacağına dair vizyonumuz belli değil.

Nihayet giderek kültürümüzün birer parçası olarak algılanan kaygı verici alışkanlıklarımız, bir değer sistemi ve özgüven arızasına dönüşme eğilimi gösteriyor. Söz gelişi üretime değil tüketime gücün esas kaynağı olarak bakışımız, saydamlığa ve adil rekabete değil ayrıcalığa ve ranta düşkünlüğümüz, sporu rekabetçi ve etik bir eğlence olmaktan çok zümre dayanışması ve savaş aracı haline getirişimiz, hayatta değerli olmaya değil önemli olmaya ve gösterişe dayanılmaz tutkunluğumuz, az sayıdaki evrensel kaliteye ulaşmış insanlarımızı hoyratça görmezden gelişimiz ve harcıalem ya da vasat olana itibar edişimiz, genellikle dünyadan kopuk gündemlere kilitlenişimiz toplumsal kalitemize ve verimliliğimize pek de olumlu katkılar yapmıyor.

Çözüm eğitim reformunda

Güncel planda aşamadığımız ya da çözümünde uzlaşma sağlayamadığımız pek çok sorunda, bu toplumsal tavır ve alışkanlıklarımızın rolü olduğu genelde unutuluyor. Bu nedenle de ıvır zıvır konulardan bile esirgemediğimiz düşünce ve tartışma gündemimizde pek yer almıyorlar. Oysa diyelim ki kayıtdışı konusundaki karar ve eylem bulanıklığından kurtulmak ya da son üç yılda küresel dış yatırımların bileşiminde payı çok yükselen sıfırdan yatırım projelerinden neden daha az yararlandığımızı anlayabilmek çoğu zaman temeldeki bu zihniyet ve kültür kodları ile ilgili olabiliyor.

Bağımsızlık ve devlet geleneği güçlü, genç, hırslı ve dinamik bir toplumun bunu aşabilmesi gerek. Kanaatimce sorun, zihinsel kapasitelerin yükseltilmesine değil nakilciliğe dayanan kısır eğitim sisteminde ve değerler setinin oluşturulmasında yatıyor. Çare de kamu yönetiminin eğitim konusunda vizyoner bir reforma kendini adaması ve bilim, teknoloji, sanat ve sporda örnek olacak evrensel başarı hikayeleri yaratılmasıdır. Öncülük rolünün sivil toplumda değil devlette olmasının nedeni de, yine kültürel: Toplumun geleneksel olarak devletçi eğilimi.

Gelenekler değerlidir, ama alışkanlıklar değiştirilebilir; en azından kurumsallaşmasına izin verilmez.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019