Kadına dair
Bir 8 Mart’ı daha iki gün önce geride bıraktık. Kimine göre Dünya Kadınlar Günü, kimine göre ise Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Doğrusu bana göre ikisi arasında hiç de bir fark yok, dünyaya kadın olarak gelmiş ise kişi, zaten o en büyük emekçidir. Asla bir demogoji değil söylemim veya kadınları mutlu etme adına söylenmiş bir söz. Hiçbir kadın yoktur ki, daha gençlik yıllarında, yani ebeveynleri ile yaşarken evin işine yardım etmesin, emek vermesin; evlendikten sonra evine dair tüm düzeni sağlamasın, evin dengesini kurmasın; hele ki çocuk sahibi olduktan sonra çocuğunu yetiştirebilmek için herkesten daha fazla emek harcamasın. Dışarıda bir işte çalışan kadın elbette bir de bunca sorumluluğun yanında çok daha fazla emek harcar, ancak bir işte çalışmasa dahi, yukarıda bahsettiğim sebeplerden ötürü kadının emekçi olmadığını bana kimse anlatamaz, kimse kabul ettiremez. Ülkemizdeki kadının oranının %49.8’i kadınlardan oluşmakta; yani aslında sayısal anlamda çok önemli bir denge söz konusu. Yetişkin, yani 25 yaş üzeri kadınların eğitim düzeyine baktığımızda ise, % 20’ye yakınının lise ve dengi okul, %13’ünün ise yüksekokul ve fakülte mezunu olduğunu görmekteyiz. Ancak kadınlar iş bulabilmekte erkeklerin gerisinde kalıyorlar, işsizlik oranı erkeklerden %3 oranında daha yüksek. Ülkemizde bugün halihazırda 8 milyon kadın çalışırken, 1.5 milyon kadın ise işsiz statüsünde ve iş aramakta. Ve yine bir başka araştırma sonucuna göre, ne yazık ki ailelerde erkeklerin %3.6’sı, kadınlara şiddet uygulamayı sürdürüyor. Daha yine iki gün önce, yani 8 Mart günü bir kadın cinayeti haberini hep birlikte üzülerek izledik ve dinledik.
Şöyle bir gazetelere, haberlere göz attığımda, tüm yapılan kutlamaların ve konuşmaların, emekçi kadınların haklarının gözetilmesine ve kadına şiddet kavramına yönelik duyarlılığın arttırılmasına yönelik olduğunu gözlemledim. Bu son derece normal, ancak kadınımızın her noktada geri bırakıldığını, her ortamda ikinci planda tutulduğunu görebilmek ve söyleyebilmek mümkün. Osmanlının özellikle halifeliğin alınmasından sonraki dönemlerinde gelenekteki uydurmalar katı bir şekilde esas alınmış, kadınlar hayatın dışına itilmişlerdir. Bu durum dinde dahi kadının ikinci plana itilmesine neden olmuş, Cuma namazlarına bile kadınlar gelemezler denilmiştir. Oysa ki, dinimiz de tüm dinler de eşitlik üzerine kurulmuşlar ve kadını asla geri bırakmamışlardır.
Kadın erkek eşitliğinin yalnızca nüfustaki oranda değil, iş yaşantısından, eğitime; siyasetten, bilime; spordan ibadete kadar her noktada olacağı günlere kısa zamanda ulaşabilmek ana hedefimiz olmalı, hem kadınlar, hem erkekler olarak; çalışan çalışmayan farklı gözetmeksizin hepimiz bu konuda daha fazla uğraş vermeli, işin odağını buraya oturtmalıyız. Özellikle gelişmemiş ülkelerde daha sık şahit olduğumuz kadına şiddet kavramının tümü ile yaşamımızdan ve lugatımızdan çıkması ise elbette en büyük temennimiz. Kadını kadın, erkeği erkek olarak nitelemek yerine, tamamını insan olarak görmeyi başardığımız zaman aslında pek çok sorunun da kendiliğinden çözüleceğini anlamak hiç de zor değil. Bu yüzden ben 8 Mart’ı yalnızca kadının öneminin bir kez daha hatırlanması ve yaşamın her alanında eşitlik ilkesinin vurgulanması açısından önemsiyor, kadının bir güne sığdırılacak bir obje gibi tanımlanmasına ise karşı çıkıyorum.
Doğumdan ölüme kadar hayatın her anında varlıklarını hissettiğimiz, bizi biz yapan değerlerimiz olan kadınlarımızın; insanlığın devamı için yaşamın olmazsa olmazı, hayatımızdaki düzenin ve doğurgan özelliği ile varlığımızdaki önemini hiç akıldan çıkarmamak gerekiyor. Hiçbir pozisyon, hiçbir kariyer, hiçbir unvan yoktur ki Yaratan’ın kadına verdiği “annelik” mertebesine eşit olsun, ondan daha kıymetli olsun. Tüm kadınların bu özel günü bir kez daha kutlu olsun.