Kadın girişimcilik ve fikir özgürlüğü (3)
On yıl kadar önceydi. Kadın Girişimcilik konusunda düzenlenen bir toplantıda moderatör olarak görev almıştım. Toplantıya Nazım Hikmet’in, Münevver Hanım hamileyken yazdığı bir şiirindeki,
“Kız olsun oğlan olsun, / Yeter ki Senden olsun” dizelerini okuyarak başladım ve aşağıdaki değerlendirmeyi yaparak devam ettim: “Kadın olsun erkek olsun, yeter ki iyi girişimci olsun!” Toplantıya katılan kadınlarımızın tepkisi büyük çoğunlukla olumsuz oldu.
Zira benden beklenen kadın girişimciliğin devlet tarafından olabildiğince desteklenmesi, kadın girişimciliğe pozitif ayrımcılık yapılmasının gerektiği konusunda bir şeyler söylememdi. Konuşmamı pozitif ayrımcılığın gerektiği, ama bunun devlet tarafından sağlanacak hibeler, düşük faizli veya faizsiz krediler gibi parasal destekler olmaması gerektiğini; buna karşılık kadın girişimcilerimiz için daha uygun bir girişimcilik ortamı sağlanması, yasal düzenlemeler yapılması ve eğitim imkanları sağlanmasının daha uygun olacağını söylediğimde, katılımcıların olumsuz tepkisi devam etse de epeyce azaldı.
Kanaatimizce hibe şeklindeki devlet destekleri, genelde sübvansiyonlar, girişimciliği olumlu değil olumsuz olarak etkilemektedir. Gerçek girişimcileri değil sahte girişimcileri harekete geçirmektedir çokça. Buna karşılık sosyal ve kültürel açılardan olumlu bir girişimcilik ortamı oluşturulması, hak ve adalete uygun hızlı çalışan etkin bir hukuk düzeninin varlığı, uygun ve etkili eğitim ve öğretim olanakları, güncel ve sağlıklı bir enformasyon sistemi, bilgiye hızlı erişim sağlanması gibi imkanlar kadını ve erkeği ile girişimciliği olumlu etkileyen faktörlerdir. Bu konularda kadınlarımızın erkeklere göre mağdur durumda oldukları kimsenin reddedemeyeceği Türkiye gerçeğidir. Dolayısıyla bu konularda kadın girişimcilerimize pozitif ayrımcılık sağlanmalıdır. Esasen bu tür destekler girişimciliğin de ötesinde, kadınlarımızın doğal hakkı olarak kabul edilmelidir.
Ülkemizde kadın girişimciliğinin ele alınmasında dikkat edilmesi gereken diğer önemli bir konu da, kadın girişimciliğinin desteklenmesiyle sosyal açıdan ihtiyaç halindeki kadınların yaşam koşullarının iyileştirilmesine ilişkin desteklerin birbirinden ayrılması gerektiğidir. İhtiyaçlı kadınların kazak veya çorap örerek, halı veya kilim dokuyarak, gözleme ve ayran yapıp satarak yaşamını sürdürmesine ilişkin destekler girişimcilik desteği olarak kabul edilip öyle algılanmamalıdır. Bu tür desteklere Almanya’da yerinde bir tabirle “varlığını sürdürme (Existenzgründung) desteği” denmektedir.
Girişimcilik bir işletme kurmak, kurduğu işletmeyi sürekli bir büyüme sürecine sokabilme olarak anlaşılmalıdır. Bu anlamıyla girişimcilik bilgi toplumunun küresel ekonomisinde önemi çok artan bir meslek olarak kabul edilip algılanmalıdır. Bu durum sadece kadın girişimcilik için değil, kadın olsun erkek olsun genelde girişimcilik olgusu için geçerlidir. Maalesef ülkemizdeki AB ve Dünya Bankası tarafından da desteklenen kadın girişimciliği eğitimlerinde bu konuya gerekli önem verilmemektedir. Aynı durum 60-70 saatlik eğitimler sonunda girişimcilik diploması verilen girişimcilik eğitimi programları için de geçerlidir. Bu tablo bilgi toplumunda büyük bir önem kazanan, Ar-Ge’cilerle birlikte ekonomik arenanın dominant oyuncularından biri konumuna gelen girişimciliğin sosyal itibarı ve değerlendirilmesi açısından da büyük bir önem taşımaktadır.
Türkiye’nin kadın girişimciliği potansiyeline gelince. TÜİK’in 2012 yılı verilerine göre Türkiye nüfusunun yüzde 49.8’i kadın, yüzde 50.2’si erkek. İşgücüne katılım oranı erkeklerde yüzde 29 seviyesine ulaşabiliyor. Kadınlardaki işgücüne katılım oranının yüzde 60 gibi çok büyük bir kısmını da ücretsiz aile işçiliği oluşturuyor. Sadece yüzde 10 civarındaki kısmı serbest meslek sahibi olarak çalışıyor. Girişimci kadınlarımız da bu son grup içinde yüzde 2-3 gibi çok küçük bir alt grubu oluşturuyor. Dolayısıyla ülkemiz, sadece geleceğimize ilişkin olarak büyük ümitlerle ön plana çıkardığımız genç ve sağlıklı nüfus yapısıyla değil, sahip olduğu kadın girişimciliği potansiyeli ile de dikkat çekmektedir.
Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de kadın girişimciliğe farklı anlamlar yüklenmektedir. Örneğin bazıları kadın girişimciyi bir işletmenin kurucusu olarak kabul ederken, diğer bazıları ikinci, üçüncü ve devamı kuşaktaki kadınları da kadın girişimci kapsamına dahil etmektedir. Yine bazıları avukat, eczacı, hekim veya dişçi gibi yasalarla korunmuş olan unvanlarıyla serbest meslek sahibi olarak çalışan kadınları kadın girişimci kapsamı içinde ele alırken, bazıları bu kişileri kapsam dışında bırakmaktadır. AB Komisyonunun 2002 yılına ait bir raporunda kadın girişimciliği şöyle tarif ediliyor: “Kendi başına bir işletme kuran veya hisselerin çoğuna sahip olan, risk üstlenen, karar alan ve işin yürütülmesinde aktif görev alan kadınlar”. Ülkemizde kadın girişimciliği konusunda gerçekleştirilen gelişmeler oldukça ümit verici. Ernst ve Young (EY) Firması tarafından yapılan ve bugünlerde yayınlanması beklenen bir dünya anketinde, kadınların bir sonraki jenerasyonda yönetimi devralma konusunda Türkiye birinci sırada yer aldı. Ankette, yetenekli profesyonellerle çalışma arzusu açısından da Türkiye dünyadaki ilk 3 ülkeden biri çıkıyor. Anket sonuçlarını açıklayan EY lideri Peter Englisch, “ABD’deki bir araştırmaya göre birinci kuşakta son bulan aile şirketlerinin oranı yüzde 80, ikinci kuşağa geçenlerin yüzde 16, üçüncü kuşak ve sonrasını görebilenlerin ise sadece yüzde 4 olduğunu” ifade etti. Türkiye’nin de bu yüzde 4 grubu içinde yer aldığını, bu sonucun Türk Aile şirketlerinin geleceğinin oldukça parlak olduğuna işaret ettiğini dile getirdi. Anket sonuçlarına göre Türk kadınlarının bir sonraki kuşakta işi devralma konusunda çok başarılı oldukları görülmektedir. Aile şirketlerinde sürekliliğin sağlanması açısından kız evlatların dümenin başına geçmesinde yarar olacağı anlaşılıyor. Bu durumda, daha önceki Dünya yazılarımızın birinde dile getirdiğimiz İngiliz İktisatçısı Alfred Marshall’ın “Bir işletmeyi dede kurar, / Baba büyütür, /Oğul tutar, / Torun sanat tarihi okur” şeklindeki dörtlükte yer alan “Baba” yerine “Ana”nın konması, “Oğul” yerine de “Kız”ın konması gerekecek! Torunun da, oğul torun değil kız torun olması halinde dördüncü nesildeki tehlikenin atlatılabileceği anlaşılıyor!