Kader belirleyecek bir anlaşma: Transatlantik
Gerek ülkemizde, gerek yakın coğrafyada gündem hep öylesine meşgul ki, bir türlü bizim açımızdan da büyük önemi olan Transatlantik anlaşmasına değinmek mümkün olamadı. Oysa ki bu anlaşma Türkiye için de, en az Avrupa Birliği üyeleri kadar önem taşımakta. Yakın zaman önce Avrupa Birliği’nden çıkma kararını referandum sonrası alan İngiltere’nin bu anlaşmanın da dışında kalacak olması bu anlaşmaya ayrı bir ilginçlik katmakta. Ben bu yazımda sadece anlaşmayı incelemek ve anlatmak ile yetineceğim. Umuyorum kısa bir süre sonra, yorumlarım ile bir kez daha anlaşmaya değiniyor olacağım.
Anlaşmanın tarihçesini incelediğimizde, ABD Başkanı Barrack Obama, dönemin Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso ve Avrupa Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy, Şubat 2013'de gerçekleştirdikleri ortak bir deklarasyon ile AB ve ABD arasında kapsamlı bir ticaret ve yatırım ortaklığı kurulması için müzakerelere başlama kararı aldıklarını ilan ettiler. Bu iki gücün dünya gayri safi milli hasılasındaki payı, neredeyse tüm hasılanın yarısını ve dünya ticaretinin yaklaşık üçte birini oluşturmakta. Anlaşma yürürlüğe girdiği andan itibaren, bu iki yapı, gümrük vergilerini sıfırlayacak, gümrük dışı engelleri azaltacak ve yatırım kolaylıkları sağlayacak, böylelikle de dünyanın en büyük serbest pazarını oluşturacak. Elbette hedeflenen amaç, süper güçlerin daha da güçlenmesi ve çok daha büyük işlere imza atabilmek.
Çalışmalara başlanacağının ilanı sonrasında duyurulan ilk hedef 2014 sonuna kadar anlaşmanın tamamlanması idi. Fakat müzakereler bu tarihe yetişemedi. Şu ana kadar iki tarafın delegasyonları bir hafta süren sekiz tur görüşme yaptı, ancak anlaşmada 2016 yılının Ağustos ayında dahi henüz tam bir ilerleme sağlanamadığını söylemek mümkün. Hükümetler, sürecinden başından beri halkı ve muhalefeti anlaşmanın "iyi" bir anlaşama olacağı konusunda ikna etmek için büyük çaba sarf ediyor. Ancak, bu konuda itirazlar bitmediği gibi, müzakere süreci uzadıkça elbette anlaşmazlıklar daha da büyüyor.
Anlaşmanın elbette Türkiye üzerinde de önemli etkileri olacak. Avrupa Birliği'yle arasındaki Gümrük Birliği bağına rağmen Türkiye’nin anlaşma dışında kalacak olması itirazların odağına oturmakta. Gümrük Birliği anlaşmasına göre, AB'nin imzaladığı her serbest ticaret anlaşması Türkiye'yi de bağlıyor. Yani Türkiye de diğer tüm AB üyeleri gibi anlaşma yapılan ülkeye gümrüklerini açabiliyor. Ancak AB ile anlaşıp Türkiye ile ikili bir ticaret anlaşması yapmayan ülkeler için aynı durum söz konusu değil, yani Türkiye ile ayrı bir anlaşma yapmayan bir ülke Türkiye'ye gümrüksüz mal sokabilecekken Türkiye'den ithal ettiği ürünler için gümrük tarifelerini çalıştırabilecekler. Brookings Enstitüsü ve TÜSİAD işbirliğinde hazırlanan, Prof. Dr. Kemal Kirişçi tarafından kaleme alınan bir rapora göre, anlaşmanın dışında kalmamız durumunda Türkiye'ye 20 milyar dolarlık bir kayıp yaratacak.
Her iki taraf da Türkiye'nin endişelerine hak vererek, gerekli çalışmaların yapılacağını söyledi, ancak Türkiye'nin devamlı itirazlarına karşı henüz bu konuda ne bir adım atıldığı söylenemez. Avrupa Birliği, Türkiye'nin anlaşmaya dahil olmak için ABD'yle paralel bir ticaret anlaşması yapması gerektiğini konusunda ısrar ediyor. ABD ise sorunun AB-Türkiye arasında olduğunu söyleyerek, meselenin Gümrük Birliği şartlarında bir değişikle çözülmesini öneriyor.
Şimdi Türkiye için, bu durumu lehe çevirme zamanı. Her türlü olumsuzluğa rağmen, ne bürokraside bir tıkanıklık, ne de iş hayatımıza yansıyacak bir tehdit altında olmayışımız ise son derece pozitif. Kolları sıvamak, hem AB, hem de ABD ile masaya oturmak için doğru bir zaman. Genel yorum şu, böyle bir konjonktürde Türkiye buna vakit ayıramaz ve fırsatlar kaçar; ben aksini düşünüyorum, böyle zamanlar tam da masaya oturup işleri lehe çevirme zamanıdır, iyi değerlendirilmelidir. Ne demişler, kurt puslu havayı severmiş.