Kaçan tarihi fırsat ve Merkez Bankası
2008 yılının Eylül ayında, ABD tarihinin en köklü bankalarından biri, Lehman Brothers battı. Banka battığında, varlığı 619 milyar dolardı.
Dönemin Hazine Bakanı John Paulson ve daha sonra aynı göreve atanacak olan dönemin New York Fed Başkanı Tim Geithner, maliyeti yüksek olmasına rağmen kurtarılabilcek Lehman’ı “kurtarmamayı” tercih etti.
Paulson ve Geithner’ın verdikleri karar, dünya finansal tarihinin en büyük krizine neden olacaktı.
Lehman’ın batışı dünyadaki birçok dengeyi değiştirdi.
Merkez bankalarının Fed ile açtığı genişleyici, kurtarıcı rol, dünyanın birçok yerinde demokrasinin kurtarıcısı oldu.
Avrupa krizi esnasında dağılma aşamasına gelen Avrupa Birliği’ni kurtaran Draghi, Fed’in daha önce açtığı yol olmasa, o günkü siyasi iklimde büyük olasılıkla bunu başaramazdı.
Fed’in bilanço büyüklüğü 800 milyar dolardan 4.5 trilyon dolara yükseldi.
ECB’nin bilanço büyüklüğü yine aynı şekilde.
Gelişen ülkelere inanılmaz bir fon akışı yaşandı.
ABD’de işlerin toparlamasını müteakip, 2010-2013 yılları arasında gelişen piyasalara toplamda net 2.1 trilyon dolarlık fon girişi oldu.
Bu akış, bazı ülkelerde iktidardaki siyasetçilere muazzam popülarite kazandırdı. Brezilya’da Lula, G.Afrika’da Zuma, Rusya’da Putin’in uzun süreli iktidarlarında kendi yönetim becerileri kadar bu fon akımlarının da önemli ölçüde katkısı oldu. Türkiye’yi de bundan istisna tutamayız.
Zira aynı dönemde Türkiye’ye yıllık olarak doğrudan yatırım artı portföy hesabı giren yabancı para miktarı 80-90 milyar dolarlar mertebesine çıktı.
ABD’nin tapering süreci, 2013 Mayıs ayında bu fon akımlarını yavaşlattı. Gelişen ülkelerdeki sorunların su yüzüne çıkmaya başlaması da tam bu sürece rastladı.
Bu bilgileri verdikten sonra, Türkiye’nin tarihin en büyük para bolluğunu yaşadığı bu 10 yıllık periyodundaki performansını analiz edelim.
Bu fon akımının olduğu dönem, Türkiye’nin tüm yapısal reformlarını tamamlaması, kırılganlıklarını azaltabilmesi için muazzam bir şanstı. Ancak maalesef bu fırsatı kullanamadık.
Gelin makro büyüklüklerde ne ürettiğimize beraber bakalım.
- Enflasyon: 2008-2018 yılları arasında ürettiğimiz ortalama enflasyon %8.5 olmuş. Yani enflasyondaki 5 hedefini, son 10 yılda hiçbir sene tutturamamışız.
- Büyüme: Bu 10 yıllık periyodda, Türkiye ortalama büyümesi (yeni seriye göre) %5.2 olmuş.
Yoğun para girişinin başladığı 2010 yılından bugüne alırsak, bu rakam %6.4’e çıkıyor. Ancak 2010-2011 yıllarındaki büyüme, 2009 yılındaki daralmanın üzerine geldiği için istatistik olarak 2009’dan almayı daha doğru buluyorum. Dolayısıyla dünyanın en büyük para bolluğu döneminde yarattığımız büyüme, cumhuriyet tarihi boyunca ürettiğimiz ortalama büyümeye hemen hemen paralel. Yıllar itibarıyla üstüne çıkmış, altına düşmüşüz. Ama büyük resimde hemen hemen aynı yerde kalmışız.
- Cari açık: 2008 ile bugün arasındaki 10 senede yıllık ortalama cari açığımızın milli gelirimize oranı %5.2 olmuş. Yıllık ortalama 44 milyar dolar cari açık vermişiz. Yoğun fon girişinin olduğu 2010 yılında finanse ettiğimiz cari açık tutarı tam 75 milyar dolar olmuş. Para girişi olduğu için, rahatlıkla açığı kapatmışız. 75 milyar dolarlık açık verdiğimiz sene (milli gelirin %6.5’i, eski seriyle yaklaşık 9’u) kurdaki değer kaybımız sadece %4 olmuş.
- TCMB Rezervleri: Merkez Bankası’nın son 10 yıldaki ortalama brüt rezervlerinin tutarı 90.3 milyar dolar olmuş. Şu anda bulunduğumuz 70 milyar dolarlık brüt rezerv, 10 yıllık ortalamamızın %22 altında. Rezervlerin ithalata oranı, şu anda 1994’ten bu yana en düşük seviyesinde. Keşke o çok yoğun döviz girişinin olduğu dönemlerde “1 dolar 1 TL” sloganı yerine döviz rezervini düzenli alım ihaleleriyle artırabilmiş olsaydık.
Sonuç olarak, dünya tarihinin para açısından en büyük bolluk dönemlerinden birinde biz sadece kendi ortalamamızı sürdürebilmişiz.
Bugün yaşadığımız dalga, maalesef bizi o ortalamaların oldukça uzağına itme potansiyeline sahip.
Daha önceki krizlerde Türkiye hep V şeklinde geri dönüşlere imza attı. Yani önce sert düşüş, bir-iki çeyrekte toparlama, sonra aynı hızda yukarı dönüş.
Doğru zamanda doğru adımları atmadığımız taktirde, bu kez krizin olası ihtimalle “U”, kötü ihtimalle “L” olma ihtimali var. “U”, geçmiş krizlere göre toparlamanın birkaç çeyrek daha uzun sürdüğü, ama bizi yine eski potansiyel büyümemize taşıyacak bir dönem vaat ediyor.
“L” ise, yaş ortalaması 30 olan, özel sektör dinamizm ve uyumu yüksek olan bizim gibi bir ülkenin yapısına uymayan bir format. Türkiye yapısında bir ülkede “L” şeklinde bir sürece gidebilmek için gerçekten her şeyi yanlış yapmak gerekiyor.
Merkez Bankası’nın dün attığı güçlü adımı bu anlamda önemsemek gerekiyor.
Banka, enflasyonun ulaşabileceği zirve seviyenin üzerinde reel faiz veren bir karara imza attı.
Düşük enflasyon döneminin en yüksek oranlı faiz artırımı. Mart ayında 12.75 olan faiz, bugün 24 oldu. Yani 6 ayda tam 1.125 baz puan faiz artırmış olduk.
Bu çok ağır bir bedel.
Sözkonusu bedeli ödeyerek ekonomi yönetimi için çok önemli bir zaman kazanmış olduk.
Bu zamanı güçlü bir OVP, zamanında verilen güçlü mesajlar, iyi düşünülmüş yapısal reformlarla destekleyebilirsek hızlı geri dönüşü sağlayabiliriz.
Merkez Bankası geç de olsa üzerine düşeni yaparak çok önemli bir fırsat yarattı.
Şimdi hep beraber bu fırsatı değerlendirme zamanı.