Kaçaktan beter: Sıfır bakiye
Türkiye’de elektrik piyasasının serbestleşmesinde epey yol alındı.
Devlet uzunca bir süredir doğrudan kendisi elektrik üretimi yatırımı yapmıyor. Özel sektörün önünü açacak politikalar uygulanıyor ve sonuçları da olumlu. Elektrik üretim yatırımları fena gitmiyor. Çok değil, iki yıl kadar önce 50 bin MW’ler sınırındaki kurulu güç, bugün 70 bin MW’ye dayandı. Dağıtım hizmetleri ise tamamen özelleşti.
Serbestleşmede en kritik kısım ise elektriğin serbestçe alınıp satılabilmesi, yani elektrik ticareti. Piyasada üreticiler, toptan ticaret yapanlar kendi aralarında alım satım yapabiliyorlar.
Serbestleşmenin tabana yayılmasını, deyim yerindeyse hanelere girmesini sağlayacak kısım ise henüz tamamlanamadı.
Burada da yavaş yavaş yol alınması beklenir. Ancak ilerlenemiyor. Çünkü elektrik ticareti sektörünün önünde ciddi bir sorun var.
Serbestleşme, fiyat iniş çıkışlarının yaşanabilmesi demek aynı zamanda. Tabii bunun bir diğer parçası da oyuncuların, fiyat gelişimine ilişkin tahmin yürütebilecek bir ortama sahip olması.
Şu anda alıcılar ve satıcılar açısından bu tahmini yapmak çok zor. Çünkü elektriğin arz ve talep tarafı üç aşağı beş yukarı doğru tahmin edilse de, Piyasa Mali Uzlaştırma Merkezi’nde (PMUM) sattığınız elektriğin fiyatından tam emin olamıyorsunuz.
Aslında fiyattan eminsiniz. Muhatabınız olan şirketle uzlaştığınız fiyat üzerinden mahsuplaşıyorsunuz. Ancak ay sonu geldiğinde (ki bir önceki ayın hesapları içinde bulunulan ayın 20’sinde geliyor) TEİ- AŞ’tan tedarikçinin eline bir fatura geliyor ve tüm hesaplar şaşıyor.
Sektörde buna “sıfır bakiye” deniliyor. Sistem operatörü konumundaki TEİAŞ, PMUM’daki işlemlerden - ki bu önümüzdeki yıl içinde Borsa İstanbul bünyesinde faaliyete geçecek enerji borsasının elektrik pazarından başka da bir şey değil - kâr etmemeyi esas alıyor. Dolayısıyla zarar da etmemesi gerekiyor.
Ancak tam burada, sistemdeki dengesizlikler kaynaklı ek bir maliyet ortaya çıkıyor. Ve bu maliyet de piyasa katılımcıları arasında, portföylerindeki tüketimler oranında pay ediliyor. Sistemdeki bu dengesizlikler aslında, elektrik arz-talebi arasında oluşan ve çoğunlukla bölgesel karakter taşıyan farklılıklardan oluşuyor.
Örneğin temmuz ve ağustos aylarında tedarikçilere MW başına 10-12 TL’lik ek sıfır bakiye faturası çıktı. Tedarikçiler 2009 yılından bu yana sadece tek bir ay dışında her ay bu sıfır bakiye maliyetine katlanıyor.
İşte bu sıfır bakiye de tedarikçilerin serbest tüketicilere fiyat teklifi sunmalarının önündeki en büyük etken. Ve elektrikte serbest ticaret tam da bu yüzden tabana yayılamıyor.
Yeni Dengeleme ve Uzlaştırma Yönetmeliği’nde 2016 yılından itibaren sıfır bakiyenin tedarikçilerin üzerinden alınması planlanıyor.
Çünkü bu dengesizlikler, iletim kaynaklı bir sorun olduğu için iletim bedelleri içine atılacak. İşte bu uygulama öne çekilebilirse, tedarikçiler bu yükün altından hemen kurtulabilecek ve serbest tüketicilere elektrik satma konusunda daha hevesli hale gelebilecek.
Ancak hayat dengeler üzerine kurulu. Burada da öyle. Tedarikçilerin üzerinden alınan bu yük kime yıkılacak?
Öyleyse bu, şu demek oluyor. Tıpkı son yıllarda yoğun şekilde eleştirilen ve davalara konu olan kayıp kaçak gibi son tüketicinin faturasına yansıtılacak.
Yani ey elektrik tüketicisi, haklılığı tartışılır ama sen kayıp-kaçağı ben niye ödüyorum diye dövünüp dururken bir süre sonra ondan da beter bir yük ile karşılaşırsan hiç şaşırma!