İyimserlikten kötümserliğe…
Ülkemiz son zamanlarda tam bir kargaşa ortamına girdi. Bozulan ekonomik beklentilerin yanına daha da gergin bir politik karmaşa ve belirsizlik ortamı eklendi. Devletin yasama, yürütme ve yargı organlarının yanında, işadamlarıyla akademiyası ve medyası ile birlikte tüm ülke tam bir gerilim içine girdi.
Böylesi bir ortama rağmen, yukarıda yazımızın başlığında nokta noktalar koyarak bıraktığımız boşluğu, “…DOĞRU YOL ALIYORUZ.” Sözcükleri ile doldurmaya akıl ve izanımız izin vermedi. Herhalde doğru olanı, bu boşluğu bir emir kipi ile doldurup, “…GEÇMEMELİYİZ.” Sözcüğü ile tamamlamak.
Öyle bir coğrafi konumda yaşıyoruz ki, batımızdaki zengin ülkelerle ilişkilerimiz iyileştikçe doğumuzdaki ülkelerde itibarımız artıyor. Doğumuzdaki petrol ve doğal gaz zengini ülkelerle ilişkilerimiz iyileştikçe de batımızdaki ülkeler nezdinde değerimiz yükseliyor. Genç ve sağlıklı bir nüfusumuz, binlerce yıla uzanan bir tarihimiz, kurduğumuz ve yüzlerce yıl yaşatmayı başardığımız bir dünya imparatorluğumuz var. İçine girdiğimiz bilgi toplumunun küresel ekonomik ortamında bu ayrıcalıklarımızın farkında olmalı, bu avantajlarımızı mutlaka değerlendirebilmeliyiz. Yakın tarihte kaybettiğimiz rahmetli Atilla Karaosmanoğlu’nun “İzmir Karşıyaka’dan Dünya’ya” adlı anı kitabında isabetli bir şekilde belirttiği gibi, şimdiye kadar hep, “potansiyelinin altında ama imkanlarının üstünde yaşayan bir ülke” olduk. Potansiyelimizi en iyi şekilde değerlendirmenin yollarını bulmalı, gereklerini yerine getirmeliyiz.
Bugünlerde içinde bulunduğumuz ekonomik ve politik kargaşa karşısında iyimser kalabilir miyiz? Benim bu soruya cevabım “evet” olacak. Yaşadığımız ekonomik ve politik karmaşayı, içinden çıkılamaz bir felaket ortamı olarak değil, elbirliği ile aşabileceğimiz bir anomi olarak kabul etmek kanaatimizce daha doğru olur.
Anomi, toplumda ya da bireyde ölçü ve değerlerin çökmesi anlamında kullanılan bir sosyoloji kavramı. Toplumda ve bireyde amaç ve ülkü yoksunluğu sonucunda oluşan bir dengesizlik, karışıklık, kuralsızlık ya da çatışma durumu gibi anlamlarda kullanılıyor.
Amaçlardan çok araçların önem kazanması, toplumun düzenleyici yapısında çöküntüye yol açan bir gerilimle, bir anomiyle sonuçlanıyor. Bunun nedeni ister sosyoekonomik koşullar olsun, ister ahlaki yapının bozulması olsun veya isterse kurumlardaki yozlaşma olsun, sonuç değişmiyor. Medya ya da dış güçler bu bozulmaya destek veren bir çaba veya davranış içine girerlerse durum daha da vahim hale geliyor. Çöküntü ve bozulma daha da hızlanıyor. Bu tür davranışların yeterince cezalandırılmaması veya cezalandırılmanın tamamen göz ardı edilmesi anomi sürecini derinleştiriyor ve yaygınlaştırıyor. Hele hele bu tür davranışların toplumda takdir edilir ve özenilir filler durumuna gelmesi, tehlikenin sonuna çok yaklaşıldığının işaretleri olarak kabul edilmelidir. Örneğin bir toplum vatandaşlarını servet edinme ve zenginleşme yönünde özendirir, ama bunu sağlamaya yetecek araçları sunamaz, insanlarını yeterince mesleklendiremez ve niteliklendiremezse, gerekli şartları ve ortamı sağlayamazsa bireyler içinde bulundukları şartları, hukuki ve ahlaki kuralları zorlamaya başlayacaklardır. Amaca ulaşmak için de tüm yol ve yöntemleri meşru sayacaklardır. Bazıları da gayri kanuni yollara girmeye cüret edecektir. Rant kapıları politik, bürokratik, yargısal veya mafyavari yöntemlerle sonuna kadar zorlanmaya çalışılacaktır. Başarılı olanlar ortaya çıktıkça arkadan gelenlerin umutları, cesaretleri ve dolayısıyla baskıları da artacaktır. Daha çok sayıda birey, işletme, kurum ve şehir, hatta bölge külfete katlanmadan nimetlenmenin yollarını arayacaklardır. Ekonomik bir değer yaratmadan pastadaki paylarını artırmanın imkanlarını zorlayacaklardır. Bunun da tek bir yolu vardır: başkalarını külfetlendirerek nimetlenmek, başkalarının payını kendisine aktarmanın yollarını bulmak.
Bu süreç durdurulamazsa sonu nereye varır? Bu soru, bir Alman sosyoloğu olan Von Götze’ nin “marjinal moral teorisi”nde anlamlı bir şekilde cevabını bulmaktadır. Bu teoriye göre toplumda geçerli olan hukuki ve ahlaki kuralların en alt sınırlarında oynayanlar daha kazançlı çıkarsa, toplumun diğer bireyleri de alt sınırlara kaymaya devam eder. Kuralların gevşetilmesi süreci de bu gelişmeye uygun olarak sürer. Ama bu süreç ilanihaye devam etmez. Bir yerde toplumun başını görünmez bir duvara toslamasıyla neticelenir. Ve oyun biter. Duvar görünmediği için oyunun ne zaman biteceği de belli değildir.
Tarihinde çok daha tehlikeli badirelerden başarıyla çıkmış olan ülkemizi böyle bir kaderin beklemediğine inanıyoruz. Bu badireden de çıkış yoluna daha fazla gecikmeden girip, ortaya çıkacak zararları asgari seviyede tutmayı başarmalıyız. Bunun için de yasama, yürütme ve yargı organlarımızla, işçi ve işveren kuruluşlarımızla, akademiya ve tüm eğitim camiamızla, medyamızla, aynaya korkmadan bakabilme cesaretini göstermeliyiz. Hatalarımızı görüp barış için herkese elimizi uzatabilmeliyiz. Ama unutmayalım, Mahatma Gandi’nin sözleriyle, “sıkılmış yumrukla el sıkılmaz”.