İyimserlik mi gerçekçilik mi?
İş dünyasında, özellikle geleceğe ilişkin tahmin yaparken iki tür davranış var. Birincisi, aşırı umutlu bir bakış açısı ile bakmak. İş insanı umutlu olur, risk alır, risk almadan ticaret yapılmaz, hem son yirmi senede karşıya çıkan tüm zorluklara iktidar tarafından hep bir çare bulundu, yine bulunur, faiz indirimleri hele bir başlasın ekonomi de canlanır şeklindeki bakış açısıdır.
İkincisi, temkinli ve veri odaklı bakış açısıdır. Bu bakış açısı ile geleceği modellemek, objektif bakış açısını gerektirir. Hesaplı risk alma hakim davranış biçimidir. İyimser olalım ama gerçeklere de yüzümüzü dönmeyelim tutumu ile hareket edilir. Bugüne kadar sorunları çözdüler tamam ama ya bu sefer o kadar kolay çözemezlerse diyerek ihtiyatlı bir tutum içinde olmak demektir.
İki tür yaklaşım var
İlk perspektifteki iş insanları genelde inişli çıkışlı, dramatik kazanç ve kayıplar ile karşılaşırlar. Ya müthiş para kazanırlar ya da ciddi para kaybedeler. Gözleri karadır, konjonktür yanlarında olursa dergilerin kapağına çıkarlar. Konjonktür dönerse, şirketleri önemli ölçüde zarar eder veya konkordato yoluna gider.
İkinci perspektifteki iş insanları sürdürülebilir bir büyüme ve karlılık peşindedirler. Ölçülü bir risk alma, temkinli bir iyimserlikle karar verir, hareket ederler. Konjonktür iyi iken yavaş ve fazlaca temkinli hareket etmekle suçlanırlar. Konjonktür kötüye döndüğünde, patron sen ne vizyonlusun şeklinde övgüler alırlar.
Bugün iş dünyasında genel olarak bu iki tipolojiye sahip iş insanları ile karşılaşıyorum. Bunlardan biri doğru diğeri yanlış diyemem. İçinde bulunulan sektör, şirketin yaşam döngüsündeki yeri, zamanlama hep belirleyicidir. Öte yandan yazılarımı takip edenler bilirler, büyük ölçekli şirketler için her zaman ikinci bakış açısından yanayım.
Yakın geleceği tahmin ederken temkinli iyimserlik öneriyorum
2025’i de bu perspektifle değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Özellikle bütçe hazırlık süreçleri başladı, devam ediyor. Ekonomi ile ilgili tahminler yaparken, aşırı iyimser, veriye dayanmayan, ya bir şekilde kurtarırlar hep kurtardılar şeklinde bilimsel olmayan varsayımları lütfen tercih etmeyiniz.
Evet, 2025’ten itibaren işlerin en azından psikolojik olarak iyiye gitmesi bekleniyor ama gerçekler ve veriler bize başka bir hikaye anlatıyor olabilir. Aşağıdaki belirtilen hususlara dair güncel verileri alarak genel bir analiz yapmakta fayda var.
Ülkenin önemli rakamlara ulaşmış olan kısa vadeli dış borç tutarı, ödemeler dengesi açığı, parlak olmayan PMI verileri, düşen kapasite kullanım oranları, ihracatın ithalatı karşılama oranındaki artış (ithalata bağımlı bir imalat sanayi ve tüketime dayalı büyüme paralelinde bakılmalı), yerli ve yabancı beklenti anketleri, ciddi bir risk teşkil eden bireysel borç istatistikleri, ithalata ve enerjiye bağımlılık eksenli dış ticaret açığı, jeopolitik riskler nedeniyle turizm gelirlerinde olası kayıplar, reel kesim net döviz pozisyonu açığı, tarım politikalarındaki sorunların tarımsal ürün fiyatlarına yansıması, dolaylı vergilerin ağırlığı ve vergi adaletsizliği, vergi tahsilat sorunları, yatırım iştahı ve iklimindeki zayıflama, genç nüfustaki işsizlik eğilimi, sıkı para politikasına devam zorunluluğu, yeni anayasa tartışmaları nedeniyle gerilecek siyasi ortam, siyasetçilere ve yargıya güven sorunları ve giderek artan mülteci sorunu gibi sosyal faktörleri de tahminlerinizde dikkate alın.
2024’e kadar hep iyimserlik hakimdi. 2025’ten itibaren veriye ve gerçeklere dayalı karar vermek gerekiyor. Ben yukarıdaki unsurlara bakınca, 2026 başına kadar ciddi bir toparlanma olacağını sanmıyorum. Bu anlamda bütçe yaparken 2025’in de parlak geçmeyebileceğini göz önünde bulundurmak gerekiyor.