İyimserlik bizden uzak olsun!

Hakan GÜLDAĞ
Hakan GÜLDAĞ [email protected]

Gazeteye telefon açar, eleştirirler:

- Çok kötümsersiniz...

Bazen de karşılaşırız, tam tersi:

- Çok iyimsersiniz...

***

Ya, "biraz da yapılan iyi şeyleri" görmemiz gerekiyordur.

Ya da "sürekli pembe tablo çizmeyi" bırakmamız...

Bu tür eleştiriler, kriz dönemlerinde, fırtınalı zamanlarda artar.

Sayıları çok değil ama "iyimser" ya da "kötümser" olmamızı, siyasete bağlayanlar da olur:

- Siz de mi iktidar yanlısı oldunuz?

- Siz de mi muhalefet saflarına geçtiniz?

***

İşin aslı, gazetecilikte iyimserlik-kötümserlik yaklaşımına yer yoktur.

Dünyaya, çevremizde olup bitenlere o pencereden bakmayız. Yandaşlık ya da karşıtlık penceresinden bakmadığımız gibi...

Çünkü bu ikilinin ‘anlamlı’ olduğuna inanmayız.

Öyle ya...

Ne işe yarar iyimserlik?

Ne kazandırır kötümserlik?

***

Biz ne iyimseriz ne de kötümser...

İkisine de uzağız.

Zira, her iki yaklaşım da bizi gerçeklikten koparır.

Risklere karşı savunmasız bırakır.

Oysa bizim işimiz gerçekle...

Sorunların, algılanmasında da, belirlenmesinde de...

Gerçekçi, onun için sonuna kadar şüpheciyizdir.

Keşke bu konuda daha acımasızca davranabilsek...

Aksine, beni hayıflandıran yeterince şüpheci olamayışımızdır.

***

Ama...

İş çözüm aşamasına gelince...

Sonuna kadar pozitifiz.

Alabildiğine umutluyuz.

Biliriz ki, en zor durumlarda bile yapacak birşeyler vardır.

Bir çıkış yolu daima bulunur.

Yeter ki, mücadele edilsin.

Bilinçle ve kararlılıkla...

Deneriz, gerekirse yine deneriz

Çaresizliğe teslim olmayız.

***

Kendi tarihimizden biliyoruz.

Bu toprakların insanları hayal edilemeyecek başarılara imza attılar. Yine atacaklar...

Biz gazete olarak inanıyoruz.

Bilgi ve beceri düzeyimizi yükselteceğiz.

Yaptığımız işi bir sonraki yıl daha iyi yapacağız.

Sorunlarımıza yaratıcı çözümler üreteceğiz.

En iyisine layık olmak için...

İyimserlik-kötümserlikle işimiz yok.

Kaybedecek vaktimiz de...

İki teşekkür...

- Geçen hafta Vergi Konseyi Başkanı yazarımız Mustafa Uysal, gazetemizde önemli bir soruna parmak bastı. "Vergi dairesinde maaş eşitsizliği" başlıklı haberimize yoğun tepki aldık. Çok sayıda okurumuz bu konuyu gündeme getirdiğimiz için teşekkür etti. Mustafa Uysal’a ve ilgileri için okurlarımıza asıl biz teşekkür ediyoruz.

- Editör’den köşesi geçen hafta ilk kez yayınlandı. Bu vesileyle duygu ve düşüncelerini benimle paylaşan, destek veren tüm dostlara çok teşekkür ederim.

Birileri, "hangi işle uğraştığınıza karar verin" diyor...

Jeff Jarvis, bir gazeteci.

Daha doğrusu eski bir gazeteci.

Artık habercilik yapmıyor. Ama çeşitli medya kuruluşları için çalışmayı sürdürüyor.

Bizim sektöre ve geleceğine ilişkin tartışmalı fikirleri var.

Gazetelere baskı makinelerini kapatmayı tavsiye ediyor. Yayıncılara da kitapları yok etmelerini...

Gerekçeleri de önerileri kadar tartışmalı.

"Kitapları kurtarmak için onları yok etmeliyiz" diyor Jarvis ve ekliyor: Kitapları baş tacı yapıyoruz. Onlara kültürün en yüce formu olarak bakıyoruz. Tapınılacak, kutsal ve dokunulmaz nesneler olarak görüyoruz. Oysa bir kitap tıpkı bir İngiliz aksanı gibidir –onda söylenen her şey insana daha bir akıllıca gelir, öyle olmadığı durumlarda bile.

Kitaplardan kurtulmamız gerek. Ancak o zaman onları yeniden yaratabiliriz. Kitaplar mükemmel değildir. Zaman içinde donmuş haldedirler ve yeni baskılar dışında güncellenmeleri ve düzeltilmeleri mümkün değildir. Baskılı haldeyken aranabilir değildirler. Tek yönlü bir ilişki sunarlar: Kitaplar okurlarına bir şeyler öğretirler, evet, fakat yazarlarına hiçbir şey öğretmezler. Kitaplar okurlarını, internetin yapabildiği gibi ilgili bilgiye, tartışmaya ve kaynaklara bağlayamazlar."

Google Olsa Ne Yapardı?

Jarvis, yukarıdaki başlıkla bir kitap yazdı. Bizde Mediacat Kitapları’ndan çıktı. Artık bir "postgazete" dönemine girdiğimizi anlatıyor.

Yani, "gazete sonrası" döneme... Gazetelere, "Hangi işle uğraştığınıza karar verin!" diye sesleniyor, "Gazeteler artık kendilerini üretici ya da dağıtımcı olarak görmemeliler.

Gazeteler enformasyon işinde midirler? Öyle olduğu gayet aşikar fakat enformasyonun bu derece hızlı ve kolay metalaştırılabildiği bir dönemde bu çok tehlikeli bir pozisyondur.

Peki, gazeteler, Facebook gibi, "topluluk" işinde midirler? Pek sayılmaz; çok az sayıda gazete, örgütlenmeleri için okurlarına imkan sağlıyor. Peki, Google ve Amazon gibi bilgi işinde midirler? Henüz değil; şu anda gazetelerin, okurlarının bildiklerini öğrenme gibi bir dertleri yok."

Jarvis, yukarıdakilere benzer 10 kadar tez ileri sürdükten sonra ağzındaki baklayı çıkarıyor: En iyi yaptığınız şeyi yapın, gerisini linke bırakın."

Aslında, bu öneriyi herkese yapıyor. Ona göre, link, (bildirişimi, iletişimi sağlayan dizgenin, teknik ağın birliği) bütün işletmeleri ve kuruluşları değiştirir. Etkilerini en kolay haber endüstrisinde rahatlıkla görebiliriz. Link gazete endüstrisinin yapısını değiştirir. Eğer bir gazete ayakta kalmak istiyorsa –insanların onu arama motorları ve linkler aracılığıyla bulmasını istiyorsa- özgün haberlere imza atmak zorundadır. Eğer başarılı olmak istiyorsa, kaynaklarını belirli alanlara yoğunlaştırmalı, diğer konularda okuyucuları başka linklere yönlendirmelidir.

Hedefteki niş topluluklar...

Medya dışından da örnek veriyor Jarvis: Perakendeciler de, tüketicilere ürün ile ilgili bilgi vermek için onları üreticiye yönlendirmeliler.

Üreticiler de onları ürünleri hakkında konuşan diğer tüketicilere... Neredeyse bütün iş alanları ve şirketler için link onları uzmanlaşmaya iten güçtür. Herkes için standart ürünler üretme düşüncesi izolasyon çağının bir eseridir. Tıpkı Google gibi hedefteki niş topluluklara hizmet etmekse, geleceğin ta kendisidir. Jarvis’in gözlemleri ve bunlardan vardığı sonuçlar tartışmalı ama en azından düşünmeye değer olduğunu kabul etmeliyiz.

Yeni çağın, yeni oyun kuralları...

Jeff Jarvis’in Google Olsa Ne Yapardı? çalışmasındaki temel tezi şu: "Dünya tarihindeki en hızlı büyüyen şirket" olarak nitelendirilen Google’ın kurucuları ve yöneticileri, internetin getirmiş

olduğu değişimi kavramış durumdalar. İşte tam da bu yüzden bu kadar başarılı ve güçlüler. Aynı şey, Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg; Wikipedia’ın kurucularından Jimmy Wales; Amazon’un kurucusu Jeff Bezos ve Digg’in yaratıcısı Kevin Rose için de geçerli. Onlar, dünyaya bizlerden çok daha farklı bir açıdan bakıyorlar ve sonuç olarak yeni yöntemler ve yeni fikirler sayesinde artık yerle bir olmuş eski sistemlerin modası geçmiş kurallarına uymayan farklı kararlar alıyorlar. Onun için Jarvis’e göre, yönetim, ticaret, haberleşme, medya, üretim, pazarlama, hizmet sektörü, yatırım, siyaset ve hatta eğitim ve din konularında, "Google Olsa Ne Yapardı?" sorusuna bir cevap bulmak, radikal bir biçimde ve sonsuza dek değişimin içinde olan bu dünyada elzem. Bahsettiği dünya, baş aşağı olmuş, içi dışına çıkmış, genellemelere aykırı ve karmaşık bir dünya.

Jarvis soruyor: Kim derdi ki, ücretsiz seri ilan hizmeti veren bir şirket bütün bir gazete endüstrisini derinden ve kalıcı bir biçimde etkiler; bacak kadar çocukların ellerinde cep telefonları dolaşır; internet, kabloların yapabildiğinden çok daha geniş kitleleri bir araya getirir; elinde klavyesi olan yalnız kovboylar politikacıları ve şirketleri alaşağı eder; eğitimini yarıda bırakmış tipler (Apple’dan Steve Jobs’u kastediyor herhalde) milyarlar değerinde şirketler kurar?

"Onlar bütün bu kuralları çiğneyerek yapmadılar. Sadece yeni çağın getirdiği kurallara göre hareket ettiler" diyor Jarvis ve bu kurallardan bazılarını şöyle sıralıyor:

- Dizginler artık tüketicilerin elinde. Sesleri dünyanın her yerinden duyulabiliyor ve saniyeler içinde devasa kuruluşların üstünde etki yaratabiliyorlar.

- İnsanlar birbirlerine her yerde ulaşabiliyor ve size destek olmak -ya da cephe almak- için bir araya geliyorlar.

- Kitlesel pazarlar öldü; onun yerini kitlesel nişler aldı.

- İnternet çağını anlatan önemli bir çalışma olan "The Cluetrain Manifest", 2000 yılında "Pazarlar iletişim yerleridir" dedi. Bu demek oluyor ki, bir kuruluşta aranan, pazarlama değil iletişim kurma becerisidir.

- Kıtlık ekonomisinden bolluk ekonomisine geçiş yaptık. Ürünün ya da dağıtımın kontrolü, pirimin ya da karın garantisi değildir.

- Günümüz pazarında prim yapan şey -üretimde, dağıtımda, pazarlamada ve ürün geliştirmedetüketiciyi sizinle işbirliği yapmaya ikna etmektir.

- Günümüzde en başarılı girişimler -olabildiğince düşük değerli ve dolayısıyla büyüme kapasitesi olabildiğince yüksek olan- network’ler (ağlar) ve bu network’lerin kurulduğu yerler olan platformlardır.

- Artık başarının anahtarı metalara, insanlara, ürünlere sahip olmak ya da entellektüel bir çalışmaya imza atmak değil, açık olmaktır.

Bu yılın farkı...

Jeff Jarvis’in "kafa karıştırıcı" çalışması, aklıma ünlü bilim adamı Albert Einstein’dan aktarılan bir hikayeyi getirdi:

Einstein’ın üniversitede hocalık yaptığı yıllar...

Dönem sonu, sınav yapılacak.

Einstein asistanını çağırır, sınav kağıtlarını verip, öğrencilere dağıtılmasını ister.

Asistan, kağıtları alır, çıkar ama kısa bir süre sonra elinde sınav soruları telaşla tekrar odaya dalar.

"Aman" der, "Sayın profesör, bir yanlışlık olsa gerek..."

"Nedir" diye sorar Einstein "ne yanlışlığı?.."

"Efendim" diye cevap verir asistanı, "Verdiğiniz sınav soruları, geçen yılki sınav sorularıyla tıpa tıp aynı..."

Einstein gülümser... "Yok" der, "Bir yanlışlık filan yok... Evet sorular aynı ama bu yıl yanıtlar farklı!"

Galiba, hepimizin farklı yanıtlara ihtiyacı var...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar