İyimser rüzgarlar ve yan tesir kilitlenmesi!
Son birkaç yılda küresel piyasalarda yaşanan eğilimlere baktığımızda ön plana çıkan ve sürdürülebilir olmayan bazı eğilimlerin, belirsizlik ve kırılganlık artışında belirleyici olduğu dikkat çekiyor. Beklenti yönetimi çerçevesinde bazı fiyatların yönlendirilmesi hem kısa vadeye odaklı spekülatif hareketleri güçlendiriyor ve yıkıcı hale getiriyor, hem de piyasalararası etkileşimi güçlendirerek ortaya çıkan yan tesirleri büyütüyor ve benimsenen stratejiyi anlamsızlaştırıyor. Eriyen faaliyet gelirlerini telafi için ön plana çıkan faaliyet dışı gelir yaratma, bu yolla sistemik kırılganlığı kontrol etme amacı sonuçsuz kalıyor. Bu süreçte gelir dağılımı ve rekabet koşulları bozuldukça para ve maliye politikaları etkisiz kalıyor, içine düşülen kısır döngüden çıkılamıyor.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız gözlemimizi somutlaştıralım: Menkul ve gayrimenkul fiyatları ile hammadde ve bazı zorunlu ihtiyaç maddesi fiyatları arasında oldukça güçlü ve kırılması zor bir ilişkinin oluştuğu ve giderek güçlendiği dikkat çekiyor; bu durum döviz piyasaları, sermaye hareketleri, mali sektör ve kamu kesimi dengeleri üzerinde de belirleyici oluyor. Para politikası çok gevşek ve aşırı kredi genişlemesi faaliyet dışı gelir yaratmak ve kısa vadede durgunlaşmayı ötelemek için gerekli oluyor; 11 Eylül 2001 sonrası bu açıdan güzel bir örnek oluşturuyor. Varlık değerleri yükseldikçe buradaki spekülatif eğilimin hammadde fiyatlarına yansıması da önlenemiyor ve zaman içinde hem gelir dağılımı ve rekabet koşullarını iyice olumsuzlaştırıyor hem de enflasyonist baskıyı artırarak beklentileri yönetilemez hale geliyor, önce kredi krizi kapıyı çalıyor. Bu kez varlık fiyatları ile birlikte hammadde fiyatları da süratle büyüyor, güven bunalımı derinleşiyor kendi kendini besleyen bu süreci kontrol altına almak için para ve maliye politikaları iyice gevşetiliyor, sorunlar ağırlaşırken korku büyüyor.
Bu yılın ilk çeyrek dönemi her açıdan çok olumsuzdu ve bunalım tanımına giren çok ciddi bir sarsıntı yaşandı. Menkul ve gayrimenkul değerleri nerede ise çöktü, hammadde piyasalırda aynı yönde etkilendi; gelişmelerini paniğe dönüşmesi engellenemedi ve fiyat hareketliliği çok anormal düzeylere ulaştı. İkinci çeyrek dönemde ise hem para ve maliye politikalarının iyice gevşemiş olması, hem de uluslararası eşgüdüm çerçevesinde piyasaların yapay da olsa sakinleştirilmesi ve devamında kredi krizini çözmek adına yukarı yönde yönlendirilmesi geçici bir rahatlama sağladı. Fakat başta petrol olmak üzere hammadde fiyatlarının da hızla yukarı dönmesi geleceğe yönelik iyimser senaryoları anlamsızlaştırdı; geçtiğimiz hafta gerek sermaye gerekse hammadde piyasalarının gerilediğine tanık olduk. Özetle ifade etmek gerekir ise nöbetleşe olarak devreye giren enflasyonist veya deflasyonist baskılar iyimser senaryolara yaşam hakkı tanımıyor.
Menkul ve gayrimenkul şeklindeki varlık değerleri ile petrol ve altın başta olmak üzere hammaddeler arasındaki ilişki güçlendiği sürece sistemik risk kademeli olarak artmaya devam edecek. Zira fiziki talepteki daralmanın, işsizlikteki artışın, ya da mali sektör ve kamu kesimindeki olumsuzlaşmanın kontrol altına alınması pek mümkün olmayacak. Söz konusu piyasalarda fiyatlar geriliyor ise kredi krizi yeniden ağırlaşacak, yükseliyor ise yine aynı sonuç enflasyon ve faiz endişelerine bağlı olarak değişmeyecek ayrıca fiyatların yükseldiği ortamda gelir dağılımı ve rekabet koşularındaki bozulmanın da hızlanacağını, kredi geri dönüşlerini ve küresel talebi etkileyeceğini unutmamak gerekiyor.
İlişkileri sadeleştirdiğimizde menkul ve gayri menkul değerlerindeki yükselişin orta vadede talep daralmasına yol açacağı sonucu ile karşılaşıyoruz günü kurtarmak adına sorunlardaki ağırlaşmaya kayıtsız kalmanın büyüyen faturasını daha fazla ötelemek pek mümkün olmayacak gibi görünüyor. Zira küresel bir uzlaşı olmadığı sürece varlık ve hammadde fiyatları arasındaki ilişkinin zayıflaması için yapılması gerekenler yapılamıyor. Çünkü küresel düzeyde uluslararası güvensizlik aşılamıyor, kilitlenme çözülemiyor. Bu süreçte gelir dağılımı ve rekabet koşulları bozulmaya devam ediyor, işsizlik artar iken mali sektör ve kamu kesimi dengeleri yıpranıyor. Bu kısır süreç içinde merkez bankası ve hazineler mali sektörü kurtarmak için anormal riskler alıyor; mali sektörü kurtarayım der iken söz konusu kurumların itibar kaybı ihtimali potaya girmeye başlıyor...
Ne dersiniz, küresel büyüme 2010'da başlar mı? Taviz verme lüksü bulunmayan gelişmiş Batı ile güçlendikçe daha fazla söz hakkı talep eden ekonomilerin uzlaşmazlığı biter mi? Uzlaşı olmadığı sürece özlenen büyüme mümkün olabilir mi? Ortaçağ karanlığını küreselleşme adı altında dünya ya geri getirenlerin sözlerine ne kadar güvenilebilir!..