İvmelendirmeye devam, enfl asyona selam!
Fitch’in dün Türk bankalarının ratinglerini düşürmüş olması benim açımdan pek de şaşırtıcı bir gelişme olmadı. Her ne kadar ben geçen hafta konuya makro-ekonomi açısından yaklaşmış ve bankacılık risklerini daha fazla artırmadan ekonomik ivmelenme yaratılmasının gittikçe zorlaştığını ifade etmiştimse de, tabii ki, aynanın diğer tarafı da bankaların durumu. Fitch, notları indirirken, özellikle bankaların artan döviz borçluluğu ve döviz likiditesi durumuna vurgu yapmış. Bu bağlamda, keskin bir likidite çıkışı durumunda MB rezervlerinin çift taraftan (hem bankalar, hem de özel sektör tarafından) baskı altına girebileceğini belirtmiş. Ayrıca, söz konusu bankaların toplam kredi portföyünün % 35-40 kadarının döviz kredisi olduğuna, ilk 20 büyük döviz kredisinin toplamının ise bu bankaların sermayelerinin % 100-120’sine tekabül ettiğine ve kredi verilen sektörlerin (uzun vadeli altyapı projeleri, inşaat sektörü ve şirket satın alma finansmanı) döviz kazanma potansiyelinin ise son derece kısıtlı olduğuna dikkat çekmiş.
Hal böyleyken bizim Merkez Bankası ekonomiyi acilen ivmelendirme konusunda elinden geleni yapmaya devam ediyor. Nitekim MB, salı günkü PPK toplantısında faizleri 50 baz puanlık beklentilerin üzerinde, 75 baz puan artırdı. Mamafih, Başçı önceden enflasyondaki düşüşe paralel olarak kademeli ve makul indirimlere gidileceği ve makul indirimden kastının da 25-50-75 baz puan olduğu şeklinde bir açıklama yaparak, aslında piyasalara 75 puanlık indirimin sinyalini de vermişti. (Tabii, burada, “ciddi” bir faiz politikasının manşet enfl asyondaki gerilemeye göre değil de, 12-24 aylık enflasyon beklentilerine paralel hareket etmesi gerektiği gerçeği de göz ardı edilmiş oluyor.)
Merkez üzerindeki Hükümet kanadından gelen eleştirilerin odak noktası ocak ayında politika faizini çok yüksek oranda artırmış olduğu (% 4.50’den % 10.00’a) ve bu durumun da piyasayı gereksiz yere boğduğu şeklinde. Esasen, o günlerde ortalama fonlama faizlerinin % 7 civarında olduğu dikkate alınırsa, aslında fiili artış bunun oldukça altında % 3 civarında olmuştu. Ancak gene de tek bir sefer için yüksek bir artış.
Merkez Bankası son 1 senede bu duruma gelmesine sebep olan 2 önemli hata yaptı. Birincisi, az miktarda yukarı eğimli bir vade eğrisini enfl asyon/kur kontrolü açısından yeterli bir kriter olarak görmesiydi. Vade eğrisinin uzun tarafı için aldığı temel parametre de (yapılan sunumlarda da açıkça ortaya koyduğu şekilde) vadesine 5 yıl kalan devlet tahvillerinin piyasadaki faiz oranlarıydı. Halbuki bu faiz oranları temel ekonomi ve enflasyon gelişmelerinden bağımsız olarak tamamen spekülatif piyasa trendleri içerisinde hareket edebilen oranlar. Nitekim son 2 seneye baktığımızda, 5 yıllık faizlerin % 11 ile % 5.5 arasında çok geniş bir aralıkta hareket ettiği görülüyor. 2013 Mayıs’ında da Türkiye’nin 2. yatırım yapılabilir notu aldığı spekülatif ortamda bu faizler en düşük seviyesine geriledi. MB de bunu fırsat bilerek ortalama fonlama faizini enfl asyon dinamikleri açısından hiç realist olmayan % 4.5 seviyelerine kadar indirdi.
MB’nın 2.hatası ise Mayıs 2013’den sonra devam eden çalkantılı dönemde bütün endikatörler TL üzerinde çoğu gelişmekte olan ülkenin fevkinde bir baskı olduğunu göstermesine rağmen, ne faiz koridorunu, ne de ortalama fonlama faizini yeteri kadar yükseltmeye yanaşmamasıydı. Bu 2 hata da esasen, Hükümetin MB üzerindeki baskısından kaynaklanmaktaydı. Sonuçta da, MB, soğukkanlılığını kaybederek, Ocak’ta hem sabit politika faizine geri dönerek, hem de politika faizini gereğinden fazla yükselterek olması gerektiğinin üzerinde bir tepki vermek zorunda kaldı. Şimdi yapılmak istenen ise bu aşırı tepkinin süratle geri alınmaya çalışılması.
Evet, gelen son rakamlar (bütçe verileri, kapasite kullanım oranları, kredi artış oranları, reel kesim güven endeksi, sektörel güven endeksleri, satın alma yöneticileri endeksi, konut satışları, tüketici güven endeksi) ekonomide henüz pek de bir ivmelenme olmadığını göstermekte. Buna karşılık, enfl asyon üzerindeki riskler ise (enerji fiyatları, gıda fiyatları) ağırlıklı olarak arz tarafında olası gelişmelerden kaynaklanıyor. Bu şartlar altında, faizin (kur düzeyini gözeterek) kademeli bir şekilde düşürülmesi enfl asyonu geleceği seviyelerden çok da yukarı taşımayacaktır. Ancak geleceği seviyenin çift haneli rakamlara çok yakın bir yerler olduğunu da unutmayalım. Ayrıca, biliyoruz ki, ne kadar ihtiyati tedbir alırsak alalım, düşen faizler tüketimi ve dolayısıyla cari açığı da artırıcı etki yapacaktır. Sonuçta, geri kalan 8 senenin 7’sinde olduğu gibi, bu sene de dengesiz bir büyüme pahasına, enfl asyonu boş vermiş olacağız.