İthalattaki KKDF varlığı tekrar gözden geçirilmeli

Sercan BAHADIR
Sercan BAHADIR Gümrükte Gündem [email protected]

1988 yılında yayınlanan bir Bakanlar Kurulu Kararı ile vergi dünyamıza giren Kaynak Kullanımını Destekleme Fonu (KKDF), yürürlüğe girdiği günden beri her dönem gümrükte gündem olarak karşımıza çıkıyor. Bir dönem ithalatta tahsil edilen KKDF’nin hangi kurum ve mevzuat kapsamında takip ve tahsil edileceği tartışma konusu oluyordu. Özellikle KKDF kapsamında tarh edilen ek tahakkuk ve cezalar usul açısından ciddi hukuksal tartışmaları da beraberinde getiriyordu. 3 yıl önce yapılan düzenlemeler ile bu tartışmaların önüne geçildi ve böylece KKDF artık bir ithalat vergisi olarak dikkate alınıp, bu kapsamdaki işlemler gümrük mevzuatı kapsamında yerine getiriliyor.

Son dönemde ise KKDF’ye yönelik şekli uygulamalar gündeme getiriliyor. İşlemin kendi bir kredili işlem olmazken, gelir ve gümrük idarelerinin düzenlemeleri ile şekil olarak bazı şartları taşımadığı için KKDF tahsil ediliyor. Bu gibi uygulamaların yaygınlaşması, özellikle ekonomik anlamda ithalat maliyetinin yüksek olduğu dönemlerde bu fonun varlığını tartışmalı hale getiriyor. Öncelikli olarak nakit sıkıntısı çeken ve ithal ettiği ürünün satışı ile nakit akışını sağlayan şirketler için bu fonun varlığı kredi talebini arttıran bir enstrüman olarak karşımıza çıkıyor. Son yapılan düzenlemeler ile ithalata konu birçok ürüne KKDF muafiyeti getirilmiş olsa da birçok üründe halen KKDF uygulamasına devam ediliyor.

Vade avantajı kullanmak yerine kredi faizine katlanılıyor

Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu Hakkında 88/12944 sayılı Karar ve bu Karar'a ilişkin değişik 6 No’lu Tebliğ hükümleri çerçevesinde; ödeme şekli "Mal Mukabili”, "Kabul Kredili” ve "Vadeli Akreditif” olan ithalat işlemlerine %6 KKDF tatbik ediliyor. Kısacası, satıcı tarafından ithalatçıya ticari ilişkiler ile sağlanan vadeli satış avantajı, KKDF nedeni ile ithalatçılar tarafından tercih edilemiyor. Özellikle satıcıdan elde edilen vade avantajıyla yurt içinde yapılan satış ile borcun ödenmesinin önüne geçiliyor. Bunun yerine ithalatçı şirketler ithalatın finansmanı için dış kaynak yani banka kredisi kullanma yöntemini seçiyor. Bu da kredi talebinin artmasına ve bunun sonucunda kredi faizlerinin artması üzerinde bir baskı olmasına neden oluyor. Stok süresi satıcı tarafından sağlanan vadesinden daha düşük olan şirketler için ithalatın finansmanında kredi talebi kaçınılmaz oluyor. Böylece satıcı tarafından sağlanan vade avantajı kullanılamamış oluyor.

Bir an için bu uygulamanın olmadığını düşünelim. Stok süresi vade süresinden düşük olan durumlarda, ithal edilen eşya üzerinde ne KKDF yükü ne de kredi maliyeti oluyor. Çünkü ithalatçı yurt içinden yapmış olduğu satış ile ithalatını finanse edebiliyor. Bu da günün sonunda tüketiciye olumlu olarak yansıyor.

Şekli uygulamalar özün önüne geçiyor

Son dönemde ithalatta alınan KKDF, bir işlemin vadeli olmasından çok şekil yönünden bazı şartların sağlanamaması nedeni ile gündeme geliyor. Bir ithalat işleminde kredi kullanımı söz konusu değilken veya ithal bedeli satıcıya ithalat işleminden önce ödeniyorken, gelir ve gümrük idaresinin peşin ödemede tevsik edici belge olarak satıcıya yapılan ödeme dekontunu görmesine yönelik yaklaşımı nedeni ile KKDF tatbik ediliyor.

Bu yaklaşım nedeniyle ticari hayatın vazgeçilmez bir parçası olan “Credite Note/Alacak belgeleri”, ithalat işlemlerinde peşin ödemeyi tevsik eden bir belge olarak kullanılamıyor. Bu kısım için %6 KKDF hesaplanıyor. Maalesef bu maliyet sadece ve sadece credite note/alacak belgesinin peşin ödemeyi tevsik eden belgeler arasında sayılmaması nedeniyle oluşuyor.

Yine bu yaklaşım nedeniyle günümüzde çokuluslu şirketler tarafından grup içi finansman aracı olarak kullanılan “Nakit Havuzu(Cash Pooling)” modeli ülkemizde kullanılamıyor. “Nakit Havuzu (Cash Pooling)” kısaca “grup şirketleri arası nakit denkleştirme işlemi” olarak tanımlanıyor. Bu yöntem ile çok uluslu şirketlerin finansman yönetimini tek bir yerde toplayıp grup içinde nakit fazlalarını, nakit açığı olan şirketlere aktarmaları amaçlanıyor. Bunun için grup şirketlerin finansman kaynakları merkezi bir hesaba havale edilirken, nakit eksiği olan bağlı şirketlerin bu eksikliği, yine bu hesaptan otomatik olarak gideriliyor yani denkleştiriliyor. Bu şekilde merkez hesabın elinde bulunan fon miktarının çoğalması ile şirketlerin finansman maliyeti ciddi şekilde azaltılıyor. Ancak Gelir İdaresi tarafından 4 Aralık 2014 tarihindeki bir yazısı ile ithalat bedelinin ihracatçı tarafından belirtilen başka firma/şahısların hesabına ödenmesinin ihracatçıya transfer olarak değerlendirilmesinin mümkün bulunmadığı ifade ediliyor.

Ne yapılmalı?

Öncelikle yurt içi kaynak kullanımını destelemek için getirilen bu fonun, ilk yıllarda bankacılık sistemini geliştirmek için bir gereklilik olsa da ithalat işlemlerindeki KKDF uygulamasının bu amacı gerçekleştirmek adına varlığının gözden geçirilmesi gerekiyor. Çünkü ithalat işlemlerinde kullanılan bu fon uygulaması satıcı tarafından sağlanan en ucuz finansman aracı kullanılanmasını engelliyor. Aynı zamanda ithalatın finansmanı için yurt içi kredi talebini artırmak suretiyle finansman maliyetinin artışına ve pratikte şekilsel uygulamalar ile ithalat maliyetlerin artışına neden oluyor. Bu bakış açısı ile özellikle ithalatta tatbik edilen KKDF uygulamasının varlık sebebinin KKDF ile ulaşılması hedeflenen amaca ulaşıp ulaşmadığının tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor.

Ayrıca, 2016 yılı bütçe gerçekleşmelerine baktığımızda ithalatta tahsil edilen KKDF tutarının yaklaşık 267 milyon TL olduğu görülüyor. Bu tutarın toplam KKDF içindeki payının %4; toplam vergi gelirlerinin içinde payının ise on binde 5 olduğu görülüyor. Bütçedeki vergi gelirleri içindeki ithalattaki KKDF payının çok düşük olduğu anlaşılıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar