İthalatçılar, dikkat!
Türkiye’nin genel dış ticaret verilerine bakıldığında, toplam gayri safi hasılada dış ticaretin payının yarısına yakın olduğunu söylemek mümkün. İhracat ile ithalatın kendi arasındaki dengeye baktığımızda da, ülkemizde ithalatın her zaman ihracatın yine yüzde elli oranında fazla gerçekleştiğini de görebiliriz. Örneğin 2014 yılına baktığımızda, 157 milyon dolar ihracatın yanında, 242 milyon dolar mertebesinde ithalat gerçekleştirdiğimizi, 2015 yılı için de çok farklı bir tablonun yer almayacağı öngörüsünü paylaşmamız mümkün. Tüm bunların yanında, genel politikalar çerçevesinde; gerek İthalat Mevzuatı, gerekse Gümrük Mevzuatı uygulamaları ile ithalatın her zaman daha zor ve sıkı politikalar ile yürütüldüğü gerçeğini de hepimiz biliriz. Dış ticaret açığımız, ülke içi üretimin desteklenmesi hususu gibi öncelikler düşünüldüğünde de bu konunun herkes tarafından kabul gördüğünü de belirtmek gerekir.
İthalat yapan firmaların, ürün depolarına veya üretim bandına girene kadar oluşan tüm maliyetleri çok iyi hesaplayarak maliyetlerini oluşturmaları gerektiğini hatırlatmakta yarar var. İthalatçıların bir fuarda gördükleri özellikle ticari eşyanın o ülkedeki satış fiyatını maliyet gibi düşünerek ithalatına başladıklarına çok kez şahit olmuşumdur. Oysa ki ürünün üzerine; navlun (nakliye), ithal esnasında ödenecek tüm vergiler, gümrük müşavirlik bedeli, ülkemiz için pek çok zaman antrepo maliyeti ve oluşabilecek iç taşıma maliyetlerinin de eksiksizce hesaplanarak dahil edilmesi gerektiğini göz ardı etmemek gerekiyor. Bu maliyetlerin hepsi önceden bilinebilip, hesaplanabilir türde maliyetlerdir. Ancak elbette bazı zamanlarda ithalat öngörülen sürede tamamlanamayıp, gümrükleme süreçleri uzayabilmekte ve ardiye; yani gümrük deposu veya antrepoda bekleme maliyetleri artabilmektedir.
Son yıllarda lojistik kavramının gelişmesi ile, bazı firmalar tüm hizmetleri bir arada verebilmekte ve bunları firmalara avantaj olarak sunduklarını belirtmektedirler. Oysa ki, maliyet açısından bunun herhangi bir avantaja dönüşmesi pek de mümkün değildir; zira bahsettiğim her bir aşama zaten başlı başına bir maliyet olup, ithalatçı ister ayrı firmalardan, ister tek firmadan bu hizmetleri satın alsın, bu bedelleri ödemek durumundadır. Öte yandan süreçlerinin takibini entegre hizmet verdiğini savunan bir firmaya devretmek yerine, bilakis kendi kontrolünde tutarak, her bir süreci konusunun uzmanından satın alma kabiliyetini gösterirken, asıl bu yolla maliyetini kontrol altında tutmayı başarabilmelidir. Bilindiği üzere, gümrükleme hizmetleri son birkaç yıldır bakanlık tarafından belirlenen Asgari Gümrük Tarifesi üzerinden hesaplanmakta ve bu rakamın altında bir bedel ödenememektedir. İthalatçıların asıl dikkatini çekmem gereken bir hususun da burası olduğuna inanıyorum. Öyle ki, ithalatçı firmalar, bu bedeli belirlenen asgari tarifenin altında bir maliyete satın alamadıkları için, lojistik firmalarının, başta antrepo hizmeti olmak üzere diğer hizmet kalemlerini bedelsiz veya emsal fiyatların altında bir maliyet ile satın almayı kabul etmeleri, aslında kendileri açısından önemli bir risk oluşturuyor. Vergi mevzuatı açısından bakıldığında antrepoda verilen bir hizmetin bedelsiz olabilmesi, hizmetin ifa edildiği düşünüldüğünde işin doğasına aykırı. Aynı şey, uluslararası nakliye bedelinin emsalin altında faturalandırılıyor olması da vergi mevzuatı açısından aykırı bir durum yaratmakta. Ancak ithalatçılar bu konuyu genelde göz ardı ediyorlar, oysa ki bu konuda onları önemli bir riskin beklediğinin altını çizmemiz gerektiği kanaatindeyim.