İthalata dayalı özgün fikir
İki hafta önce bir okurumun dört konudaki şikayet ve dileklerini aktararak bunların ilki olan işletmecilik şarlatanlarının teşhisine yarayacak bir algılayıcı geçen hafta sizlere sunmuştum. Bu hafta aynı okurumun ikinci şikayetine değineceğim. İşletmecilikte ithalat sevdası. Yine okurumun mektubundan kısmen:
"Uzun zamandır beni içgüdüsel olarak rahatsız eden ve bir türlü içime sinmeyen bir sıkıntım daha var. Ben son altı yıldır yabancı ortaklı ya da uluslararası büyük işletmelerde çalışıyorum; iş teknolojileri ve üretim sistemleri ile ilgili elimizdeki tüm bilgiler ithal ve ithal ederken kimse Türkçeleştirme zahmetine bile katlanmamış.
Kelimeleri Türkçeleştirmediğimiz gibi içerikleri de asla Türkleştirmemişiz. Sistemler bize uygun mu, bizim iş yapma stilimize uyuyor mu, o sistemleri uygulamak için alt yapı ve kültürel değişim gerekli mi, yapılmasının gerçek faydası ne olacak diye hiç düşünmeden devreye alma kararları veriliyor. TPM diye bir şey varmış çok süper hadi başlayalım, TQM varmış yapanlar uçuyormuş hemen bir ekip kurun devreye alın, Henkaten Kanri diye bir şey varmış meğer bu yok diye biz verim alamıyormuşuz hadi saldırın türünden binlerce toplantıya katılmışımdır."
Vallahi doğru söze ne demeli. Okurum ithalata itiraz etmiyor ama ithalatın bize uyup uymadığının irdelenmeden uygulamaya konulmasından çok rahatsız. Bu konudaki rahatsızlığını içgüdülerine bağlamış. Ben pek de içgüdüsel olduğunu sanmıyorum. Bizim iş insanlarımıza kolay kolay dolma yutturamazsınız. En basit bir makine ithalinde bile ince eleyip sık dokurlar. Çin'e, Mançurya'ya gitmekten çekinmezler. "Ucuzdur illeti var, pahalıdır kıymeti var" sözünü bilirler. Ucuz diye bir makine alıyorlarsa illetini de sevabını da iyi soruştururlar. Çoğu üretim kökenlidir bizimkilerin. İthal makine konusunda böylesine araştırırken, pazarlama ve yönetim konusunda o kadar titiz olmamalarını üretim köklerine ve üretimin "para kazanmak için" yetmesine bağlarım genellikle. İş yönetim bilimleri gibi kavramsal konulara gelince kül değil, kömür yutmaya hazır oluyorlar.
Yönetim teknolojilerinin Türkiye'ye ithalinin uyum aranmaksızın yapılması bana hep bir aralar hepimizin meraklı olduğu Amerikan malı kadife ve jean pantolonları hatırlatır. Benim -üzerinize afiyet- gövdem bacaklarımdan uzundur. Onun için otururken daha uzun boylu sanırlar. O pantolonları giyerdik ama popomuzu uydursak belini, belini oturtsak boyunu uyduramazdık. Doğru hatırlıyorsam ilk defa Beymen oturdu İtalyan kalıplarını Türk ölçülerine uydurdu da hazır giyimde palyaço gibi gezmekten kurtulduk.
Gelecek hafta Türkiye'nin yönetim felsefesi, teknikleri ve modelleri üretiminde neden -üzülerek söylüyorum- acınacak durumda olduğunu kısaca tartışacağız. Bizim, dünya üniversitelerinde paradigmaları okutulan işletme kuramcımız yoktur. Varsa da sahiplerinden özür dilerim, ben bilmiyorum. Kuramsal çalışmalar bir tarafa, bekçi teşkilatı, köy enstitüleri ve belki ahi teşkilatı haricinde uygulamada da anlatacağımız bir örneğimiz de yoktur. Onları da biz tu kaka ettik.
Teknolojiyi ve teknolojinin kullanımını ithal ediyoruz. Böylece ülkenin bir gerçeği olarak yıllardır, hatta yüzyıllardır devam ede gelmiştir. Niye böyle oluyor? Cevabı uzun nedenleri çok ama önemli bir tanesine kısaca değinmek istiyorum. İtalyan filozof Antonio Gramsci (22 Ocak 1891 - 27 Nisan 1937) "aydın nedir, toplumda ne işe yarar" konusunda hala okutulan felsefe kitapları yazarken, bizler Osmanlı-Rus harbi, "Fransa mı Almanya mı daha iyi dosttur?" soruları, Ermeni ve Balkan olaylarıyla uğraşıyorduk. Dünya yaşamına tek katkımız bugün kullanılan kağıda sarılı sigarayı icat etmiş olmamızla kısıtlı kalıyordu. İşletmecilik konusunun daha çok 2. Dünya Savaşı'ndan sonra bir meslek olarak ortaya çıktığı düşünülürse bu konudaki kısırlığımızı 93 harbine bağlayıp kurtulamayız. Neden batı düşünürleri haldır haldır paradigma üretiyorlar da bizim uygulayıcılarımız ve düşünürlerimiz geriden takip ediyorlar? Düşünelim, çünkü sorun burada.
Sağlıcakla kalın