İthal et ve milliyetçilik

Dr. Uğur TANDOĞAN
Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ [email protected]

Çoban İsmet

Sabah yürüyüşümde rastlamaya başladım. Onu, koyunları bahçeden içeri sokarken görürdüm.

Ya da bahçeyle uğraşırken. Selamlaşırdık, “Günaydın” derdim. Bir gün İsmet, kapı önüne çıktı.

“Böyle günaydın demekle olmaz. Gel içeri de tanışalım” dedi. İşte on beş yılı aşkın dostluğumuz, İsmet ile böyle başladı. İsmet Demirel, Çanakkale Ayvacık ilçesinin Bademli Köyü’nden. “Çoban İsmet” diye anılır çevresinde. Biliyorsunuz, Süleyman Demirel de “Çoban Sülü” diye anılırdı. Süleyman Demirel ne kadar “çoban” ise, İsmet de o kadar çobandır. İsmet hayvancılık yapıyor ama, çoban kalmamış. Dinleyen, araştıran, düşünen, bilinçli, sağduyulu birisi. İsmet’i tanıyıncaya kadar, hayvancılığın ne kadar emek isteyen bir iş olduğunu bilmezdim.

Eti, kasap tezgâhlarında ve marketlerin vitrinlerinde görmeye alışmıştım. Ama o et oraya gelinceye kadar neler olduğu konusunda çok fi krim yoktu. İsmet’in yaşamını görünce o zaman işin ciddiyetini anladım. Hayvan dediğin canlı bir mahluk. Bir çocuk gibi özen istiyor. Örneğin, İsmet akşam yemeğini yiyip saat 19:00 civarında yalıya, koyunlarının yanına iniyor. (O civarda deniz kenarına “yalı” deniyor.) Bütün gece koyunları doğada, dağda bayırda dolaşarak otlatıyor. Sonra sabah, bahçedeki ağıla kapatıyor ve onları sağıyor. Eve 10:00 dolaylarında dönüyor. Yaz-kış bu işle uğraşıyor. İsmet’in tatili yok. Örneğin, yıllardır İstanbul’a davet ederiz, hayvanlarını bırakıp gelemez.

Maniler yalan söylemez

Yurtdışından saman ve et ithalatı gündeme gelince İsmet’in görüşlerine başvurdum. “Nedir bu işler İsmet? Eskiden nasıldı hayvancılık? Şimdi nasıl?” diye sordum. Ailecek, hanımı Memnune ve oğlu Deniz ile birlikte, sorularımı cevapladılar. İsmet “64 yıldır bu işi yaparım; eskiden bir koyunu sattığımda bir Cumhuriyet altını alırdım” dedi. Ve ailenin de yardımıyla bir maninin mısraları döküldü: “Çoban isem, çobanlığı ederim/ Köy kıyısında koyun güderim/ Tokluyu satar, altın ederim/ Aldığım kızı da hanım ederim.” Sözlü tarih, İsmet’e tanıklık ediyordu.

Hayvan dediğin yiyecek ki büyüyecek. Doğal olan, meradaki, dağdaki ot. Ama kuraklık olunca ot azalıyor. Bir de tabii, betona kurban edilen doğa sorunu, kaybolan meralar var. O zaman iş, suni yeme kalıyor. İşte o da pahalı. Bir torba yem, 50 kiloluk ve 50 lira. Devletin koyun başına verdiği teşvik 25 lira. Başka bir deyişle yarım torba yemi ancak alıyor. Koyunlara su taşıyorlar, yem taşıyorlar. Her gün koyunların yanına gidip geliyorlar. Bütün bunlar için de motorlu araç kullanıyorlar. O aracın yemi de mazot. O mazot da lüks yatlara, gemilere, indirimli. Ama üretim yapana bindirimli. Bunun yanında hayvanların aşısı var, veteriner parası var.

Sonuç

Çiftçilik, hayvancılık zor. Bunu yapanları teşvik etmek lâzım ki bu işi yapsınlar; ülke insanını beslesinler. Evet İsmet, bu işi 64 yıldır yapıyor. Oğlu Deniz de yapacak. Ama ondan sonraki kuşak yapacak mı, bilemiyorum.

Bir zamanlar Türkiye gıda açısından kendi kendine yeten bir ülke iken, şimdi samanda bile dışa bağımlı olduk. Temel gıda maddelerini ithal ederek bir yere gidemeyiz. Dış ticaret açığının bu kadar yüksek olduğu bir ülkede bu uzun süre sürdürülemez. Hadi ithal ettik. Kişi başına düşen gelir de ortada; bu eti bu fi yata kimler alabilecek? Et yiyemeyen, gerekli besinleri alamayan, ekmek aptalı nesiller yetiştiriyor olacağız.

Taşıma suyla değirmen dönmez. Et ithali gibi tedbirlerle et sorununu çözemezsiniz. Sadece bizim üreticiyi küstürürsünüz; yabancı çiftçileri ve de ithal eti getiren ve satan iki kişiyi güldürürsünüz. Talebi kısamayacağınıza göre, ekonomi bilimini kullanmalı, yerli arzı artırmalısınız.

Milliyetçilik sözle olmaz; eylemle olur. Her şeyden önce milli bir tarım ve hayvancılık politikamız olmalıdır. Bu politikayı uygulamaya da ciddi kaynak ayrılmalıdır. Gıda, insan için temel ihtiyaçtır; beton karın doyurmaz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sülale boyu nepotizm 24 Ekim 2019
Müşteriden misafire 12 Eylül 2019