İstişare ve tahkikat
İstişare danışmak ve görüşünü sormak demektir. Geniş çevreleri etkileyecek kararlar için istişare yetmez. Benim hanım da istişare eder ama sonra bildiğini okur. Sonra da “Sana sordum ya” der. İstişare ille de gidip birileriyle yüz yüze konuşmak değildir. Yazılanı çizileni de, fikir edinmek için, izlemek istişare sayılır. İstişare etmek birinci adım, görüşünü aldığın kişi veya kişilerin görüşlerini kararlarına entegre etmek ikinci adım. Bu iki adımı, özellikle politika ve uygulama tasarımcılarının, dikkatle atması gerekir. Bilhassa bizim mevzuat dediğimiz şeyleri tasarlayanların böyle yapması doğrudur. Değişiklikler sorunları çözmek için yapılır. Sorunların çözümü ise sorunların tanımlanmasıyla başlar. Sorunların tanımlanması için bilgi, deneyim ve akıllı araştırma gerekir. Akıllı bir araştırma da istişare etmeden yapılamaz.
Mevzuat denilen şey önemlidir. Ben daha ODTÜ 4. sınıf öğrencisiyken iş hayatına başladım. Büyük iş adamı olmak iddiasında olduğumdan değil aşk yüzünden. Ne alakası var diyorsanız evlendim ve ailemi geçindirmek için iki emekli memur ailesinin eline bakamayacağım için çalışmaya başladım. ODTÜ İşletme öğrencisiyim ama mevzuat nedir, nasıl çalışır haberim yok. Resmi Gazete’yi ilk defa işe başlayınca gördüm. O zaman dank ettiydi. Merak ederim, söz gelimi, işe almak için dış ticaretten sorumlu insanlar arayanlar bu kişilerin ulusal ve uluslararası mevzuata hakimiyetlerini nasıl anlayacaklar, bu konularda bilgili kişileri nasıl bulacaklar diye. Yani mevzuatı bilenleri nereden bulacaklar.
Mevzuatı bilmek için artık sırf Türk Resmi Gazetesi’ni okumak ta yetmiyor. Tercüme edilenler dışında ülkelerin kendi mevzuatlarını içeren bir sürü de yabancı dilde yayın var. O da yetmiyor DTÖ gibi, Uluslararası Ticaret Odası gibi uluslararası örgütlerin yayınları da var. Bir de diğer ülkeler ne yapıyorlar onu takip etmek gerekir. Hadi okumaya, izlemeye karar verdiniz. Sorun da orada başlıyor. Çince yazsalar daha iyi. İnanmıyorsanız 1994 GATT Anlaşması’nı bir okuyun. Anlayan lütfen bana anlatsın.
Şimdi DTÖ’nün yeni bir girişimi var. Dünya Ticaret Örgütü’nün Ticareti Kolaylaştırma Anlaşması (Trade Facilitation Agreement-TFA) 2017 yılında yürürlüğe girecek. Türkiye’de 16 Mart 2016’da TFA’yı imzalayan ülkelerden biri. Anlaşmanın protokolüne göre anlaşmayı yüz ülkenin onaylaması halinde yürürlüğe girecekti. Yüz rakamında bir özellik yok. DTÖ üyelerinin üçte ikisi olduğu için bu ön koşul konmuş. 22 Şubat tarihiyle Ruanda, Oman, Ürdün ve Çad anlaşmayı onayladı. Böylece anlaşmayı onaylayan ülke sayısı 112’ye çıktı. 2017 yılında ülkeler TFA’yı uygulamaya koyacaklar. Bu anlaşma temelde 1947 ve 1994 yılında imzalanan DTÖ anlaşmalarını iyileştirerek değiştirmek amacına yönelik. Anlaşma üç bölümden oluşuyor. 1. Bölüm 1994 yılı anlaşmalarıyla düzenlenen, transit halindekiler dahil, malların ticarette hızla hareketinin sağlanması ve süratle gümrüklerden çekilebilmesi için bazı düzenlemeler getirecek. Bu haliyle TFA 1994 GATT anlaşmasının V, VIII, ve X’uncu bentlerini geliştirerek değiştirmek ve gümrük işbirliklerini düzenleyecek hükümler getirecek. Bu anlaşmanın V bendi transit halindeki ticarete serbestliği, VIII bendi ithalat ve ihracata uygulanan mevzuat ve harçları, X bendi de ticareti düzenleyen mevzuatın yayımı ve yönetimini düzenleyen maddelerden oluşuyor. Bu maddelerde geliştirme ve yeniden düzenleme gündemde. Türkçesi, mevzuatta değişikler gelebilir.
Şimdi soru şu: Bizim politika tasarımcıları ve uygulama geliştiricilerin DTÖ’nün TFA’sı gibi ortaya çıkan yeni gelişmelere uyum ve tepkisinin ne olacağı. Yani Türkiye ne gibi mevzuat ve uygulama değişiklikleri yapacak? Veya yapmalı?
İstişare etmek lazım. Birincisi, ihracatçının sorunları, sanayinin sorunları, esnafın sorunları, vs., bir çok rapor yayınlıyor ilgili milli kuruluşlar. Elbette yetkili ve etkili makamlar bu kurumlarla görüşüyorlar, isteklerini, saptadıkları sorunları tartışıyor ve bir konsensüs sağlamaya uğraşıyorlardır.
İkincisi, bu kurumların raporları yanı sıra uluslararası kuruluşların değerlendirmeleri ve raporları var. Bunların da dikkatle incelenmesi ve tartışılmasının yararlı olacağı kanısındayım. Uluslararası kuruluşların yaptıkları değerlendirmeler konusunda iki önemli şey var. Birincisi, bunları şu veya bu gerekçeyle göz ardı etmemek. Milli kusurlarımızdan biri olan tenkide gelemememiz, bir kıyaslamada başkalarından aşağıda gösterilmemize kızmamız falan bazen bizi saçmalatıyor. Hiç unutmam girdiği bir uluslararası yarışmada birinciliği Yunanlılara kaptıran bir iş hanımımız bunu Türk düşmanlığına bağlayarak tepki vermişti. Uluslararası değerlendirme kuruluşlarının Türkiye’nin kredi skorunu düşürmesine verilen tepkilere bir bakın. Yenilen futbol takımının patronlarını bir dinleyin. Ne demek istediğimi anlarsınız. Herkes bize düşman değil, herkes kuyumuzu kazmaya uğraşmıyor. Bizde her şey güllük gülistanlık değil. Bu nedenle bizi üst sıralarda göstermeyen Dünya Bankası’nın yayınladığı LPI (Lojistik Performans İndeksi), OECD’nin yayınladığı Ticareti Kolaylaştırma Göstergeleri, Dünya Ekonomik Forumu’nun yayınladığı Ticareti Kolaylaştırma İndeksi, uluslararası mali kurumların derecelendirme raporlarını “Vay alçaklar, komplocular” falan demeden oturup bir okumak gerekir. Belki adamların bildiği, gördüğü bizin bilmediğimiz, görmediğimiz bir şeyler vardır. Uluslararası kuruluşların yaptıkları değerlendirmeler konusundaki ikinci önemli konu bunların incelenirken bunun dikkatli bir şekilde yapılması gereği. Bunun iki nedeni var. Birincisi bu raporların dayanaklarını anlamak gerekir. Yani “Türkiye 69. Sıraya düşmüş bunu düzeltelim” deyip balıklama “iş yapmayı kolaylaştıralım” diyerek dalmak olmaz (Dünya Bankası’nın İş Yapma Kolaylığı Endeksinde Türkiye 1916 yılında 63’üncü sıradayken 2017’de 69’uncu sıraya düşmüş). Bu sıralamaları yapanlar düzinelerce göstergeye bakıyorlar, ağırlıklı ortalamalar alıyorlar. İstatistiklere, resmi, özel araştırma ve raporlara bakıyorlar, mülakatlar yapıyorlar ondan sonra kantitatif ve kalitatif göstergeleri birleştirip ir sonuç çıkarıyorlar. Bu mekanizmayı iyi anlamak gerek. Bu o kadar kolay bir iş değil. Bunu yapmanın en iyi yolu bu veriler toplanırken veri toplayanların yanında durmak. Eğer adamların işine karışmamayı, cevap verenlerin cevaplarını düzeltmeye kalkmamayı, özetle çenenizi tutmayı becerebilirseniz, raporların neden böyle çıktığını da anlayabilirsiniz.
Üçüncüsü, diğer ülkelerin bu konuda yaptıklarının izlenmesi. Şimdi, TFA’yı imzaladığımıza göre transit halindeki ticarete serbestliği, ithalat ve ihracata uygulanan mevzuat ve harçları, ticareti düzenleyen mevzuatın yayımı ve yönetimini düzenleyen maddelerde değişiklik yapacağız demektir. Türkiye’nin bu günlerdeki gündeminde bu çok önemli görünmüyor ama görünmesi gerek. Bunun için birilerinin içeriden, uluslararası kuruluşlardan ve diğer ülke uygulamalarından edinilen bilgileri derleyip toparlayıp tekrar ‘istişare’ ortamına getirmesi lazım. Kolay iş değil. Sağlıcakla kalın.