İstikrar programı başarı getirir mi?
Enflasyonla mücadele ve istikrar programları halkın desteğini aldığı sürece daha düşük bir toplumsal maliyetle başarıya ulaşıyor. Bu desteği almak için de dar gelir grubunun hak ettiği sosyal yardımların kesilmeyeceğine, kamu hizmetlerinin kalitesinin düşmeyeceğine inanması gerekiyor.
Bu hafta veri egemenliği ve TBMM’den yeni geçen kripto varlık düzenlemesiyle ilgili yazmaya niyetlenirken Sayın Mehmet Şimşek’in röportajı bütün planları değiştirdi. O yüzden bu hafta da istikrar programından bahsetmek istiyorum.
Enflasyonla mücadele ve istikrar programları halkın desteğini aldığı sürece daha düşük bir toplumsal maliyetle başarıya ulaşıyor. Ben demiyorum, konuyla ilgili literatür söylüyor. Bu desteği almak için de dar gelir grubunun hak ettiği sosyal yardımların kesilmeyeceğine, kamu hizmetlerinin kalitesinin düşmeyeceğine inanması gerekiyor. Bu yürütülen programın en temel eksikliklerinden biri bu. Halkla iletişimi zayıf, çoğu zaman rencide edici ifadelerin kullanıldığı, dolayısıyla da toplumsal mutabakatın sağlanmadığı bir süreç izliyoruz. Sayın Şimşek’in asgari ücret açıklaması bunun en güzel örneklerinden biri.
Açlık sınırının altında
Üstelik asgari ücretle ilgili bu açıklama, artık iktisadi değil insani bir sorun haline gelen asgari ücret seviyesiyle de uyuşmuyor. Temmuz başı itibarıyla açlık sınırının altında kalan asgari ücrete yüksek enflasyonun devam ettiği bir dönemde altı ay daha zam yapılmaması anlaşılır gibi değil. Çalışma Bakanı’nın bunu gayet rahat bir tonla yerinden bile kalkmaya zahmet etmeden açıklaması ise rencide edici. Asgari ücretin aslında bir başlangıç ücreti olduğunu, bunun emek piyasasındaki ücretler için belirleyici olmadığını savunanlar çıkacaktır.
Eğer Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde ya da ABD’de yaşasaydık bu görüşe itirazım olmazdı! Oysa bugün Türkiye’de kayıtlı çalışanların %40’ından fazlası asgari ücret alıyor. Bizden sonraki en yüksek oran %15 ile Slovenya’da. Aynı derecede kritik olan ise ücretlerin asgari ücrete yaklaşması. Kayıtlı çalışanların yaklaşık yarısının açlık sınırının altında bir asgari ücret aldığı, diğer ücretlerin hızla bu asgari ücrete yaklaştığı bir ekonomide izleyeceğiniz dezenflasyon programının ana eksenini ücretleri baskılamak oluşturmamalı.
Başarılı uygulamalara bakılmalı
Programdaki bir başka önemli eksik de sosyal yardım politikasının revize edilmemesi. İstikrar programından olumsuz etkilenen kesimlerin sosyal yardıma erişimi aynı kalırsa bu beraberinde sadece artan bir yoksulluğu değil, devlete ve uygulanan politikalara güvensizliği de getirir. Üstelik dünyada mikro veri ve kanıta dayalı politikalar uygulayarak yoksullukla mücadelede önemli başarılar elde eden ülkeler var.
Konuyla ilgili literatür ve başarılı ülke uygulamaları bu süreçte politika yapıcılara yol gösterebilir. Maalesef bu konuda da hiçbir gelişme yok. Temel problemlerimizden biri de bu zaten. Politika yapıcıların önemli bir bölümü dünyadaki baş döndürücü gelişmeleri takip edip bunu politikalarına yansıtamıyorlar. Örneğin sosyal hareketlilik ve fırsat eşitliği ile ilgili, ileride Nobel ödülü almasını beklediğim Raj Chetty önderliğinde, Harvard Üniversitesi bünyesindeki “opportunity atlas” benzeri bir çalışmaya başlamak için daha ne kadar bekleyeceğiz?
Ya da Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde müthiş bir özveriyle oluşturulan Girişimci Bilgi Sistemi’ni, aynen İngiltere’de olduğu gibi, akademisyenlerin ve araştırmacıların uzaktan erişimine ne zaman açacağız? Almanya’da uygulamalı bilimler, teknoloji geliştirme ve danışmanlık konusunda iş dünyasına çok büyük katkılar sunan Fraunhofer benzeri bir yapıyı ne zaman oluşturacağız? Yeniden konuya dönecek olursak, bu enflasyonla mücadele ve istikrar programının düşük bir toplumsal maliyetle başarıya ulaşmasını istiyorsak sosyal yardım politikamızı bu dönemin gerekliliklerine göre ve dünyadaki başarılı ülke uygulamalarını takip ederek revize etmemiz gerekiyor.
Tüketim harcamaları zenginden
Bir de tabii ki işin vergi politikası tarafı var. TÜİK’in geçenlerde açıkladığı, geriden gelse bile çok önemli ipuçları sunan hane halkı tüketim harcamaları anketi uygulanması düşünülen vergi politikasının yaratacağı tahribata dikkat çekiyor. Tüketim harcamalarındaki artışın neredeyse tamamı en zengin %20’den geliyor. Toplam tüketim harcamaları içinde payını arttırabilen iki grup var: en zengin %20’lik dilim ve onu takip eden %20 ’lik dilim. Nüfusun yarısından fazlası yoksulluk sınırının altında! Durum böyleyken düşük gelir gruplarının tüketim harcamalarını daha da baskılamak olumlu bir sonuç vermez. Hali hazırda düşük gelir grubu tüketiminde gıdanın payı artıyor. Gıda, ulaşım ve barınma harcamalarındaki artış düşük ve orta gelir gruplarının eğitim gibi nitelikli tüketime daha az kaynak ayırmasına yol açıyor.
İşin insani tarafını bir yana bırakalım, yukarıda kısa bir eleştirisini sunduğum istikrar programı iktisadi olarak da doğru bir program değil. Dünyadaki yeni ve başarılı olmuş politikalardan esinlenmeyen, veriye dayalı politika anlayışından uzak, yapısal reformları harekete geçirmeyen, biraz demode fazlasıyla da insafsız bir program izleniyor.