İstikrar programı başarı getirir mi?

Ümit ÖZLALE
Ümit ÖZLALE [email protected]

Enflasyonla mücadele ve istikrar programları halkın desteğini aldığı sürece daha düşük bir toplumsal maliyetle başarıya ulaşıyor. Bu desteği almak için de dar gelir grubunun hak ettiği sosyal yardımların kesilmeyeceğine, kamu hizmetlerinin kalitesinin düşmeyeceğine inanması gerekiyor.

 Bu hafta veri egemenliği ve TBMM’den yeni geçen kripto varlık düzenlemesiyle ilgili yazmaya niyetlenirken Sayın Mehmet Şimşek’in rö­portajı bütün planları değiş­tirdi. O yüzden bu hafta da is­tikrar programından bahset­mek istiyorum.

Enflasyonla mücadele ve is­tikrar programları halkın des­teğini aldığı sürece daha düşük bir toplumsal maliyetle başa­rıya ulaşıyor. Ben demiyorum, konuyla ilgili literatür söylü­yor. Bu desteği almak için de dar gelir grubunun hak ettiği sosyal yardımların kesilmeye­ceğine, kamu hizmetlerinin ka­litesinin düşmeyeceğine inan­ması gerekiyor. Bu yürütülen programın en temel eksiklikle­rinden biri bu. Halkla iletişimi zayıf, çoğu zaman rencide edici ifadelerin kullanıldığı, dolayı­sıyla da toplumsal mutabaka­tın sağlanmadığı bir süreç izli­yoruz. Sayın Şimşek’in asgari ücret açıklaması bunun en gü­zel örneklerinden biri.

Açlık sınırının altında

Üstelik asgari ücretle ilgili bu açıklama, artık iktisadi de­ğil insani bir sorun haline ge­len asgari ücret seviyesiyle de uyuşmuyor. Temmuz başı iti­barıyla açlık sınırının altın­da kalan asgari ücrete yüksek enflasyonun devam ettiği bir dönemde altı ay daha zam ya­pılmaması anlaşılır gibi değil. Çalışma Bakanı’nın bunu ga­yet rahat bir tonla yerinden bi­le kalkmaya zahmet etmeden açıklaması ise rencide edici. Asgari ücretin aslında bir baş­langıç ücreti olduğunu, bunun emek piyasasındaki ücretler için belirleyici olmadığını sa­vunanlar çıkacaktır.

Eğer Av­rupa Birliği’ne üye ülkelerde ya da ABD’de yaşasaydık bu görüşe itirazım olmazdı! Oysa bugün Türkiye’de kayıtlı çalı­şanların %40’ından fazlası as­gari ücret alıyor. Bizden sonra­ki en yüksek oran %15 ile Slo­venya’da. Aynı derecede kritik olan ise ücretlerin asgari ücre­te yaklaşması. Kayıtlı çalışan­ların yaklaşık yarısının açlık sınırının altında bir asgari üc­ret aldığı, diğer ücretlerin hız­la bu asgari ücrete yaklaştığı bir ekonomide izleyeceğiniz dezenflasyon programının ana eksenini ücretleri baskılamak oluşturmamalı.

Başarılı uygulamalara bakılmalı

Programdaki bir başka önemli eksik de sosyal yardım politikasının revize edilme­mesi. İstikrar programından olumsuz etkilenen kesimlerin sosyal yardıma erişimi aynı kalırsa bu beraberinde sade­ce artan bir yoksulluğu değil, devlete ve uygulanan politika­lara güvensizliği de getirir. Üs­telik dünyada mikro veri ve ka­nıta dayalı politikalar uygula­yarak yoksullukla mücadelede önemli başarılar elde eden ül­keler var.

Konuyla ilgili litera­tür ve başarılı ülke uygulama­ları bu süreçte politika yapıcı­lara yol gösterebilir. Maalesef bu konuda da hiçbir gelişme yok. Temel problemlerimiz­den biri de bu zaten. Politika yapıcıların önemli bir bölü­mü dünyadaki baş döndürü­cü gelişmeleri takip edip bunu politikalarına yansıtamıyor­lar. Örneğin sosyal hareket­lilik ve fırsat eşitliği ile ilgili, ileride Nobel ödülü almasını beklediğim Raj Chetty önder­liğinde, Harvard Üniversite­si bünyesindeki “opportunity atlas” benzeri bir çalışmaya başlamak için daha ne kadar bekleyeceğiz?

Ya da Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesin­de müthiş bir özveriyle oluş­turulan Girişimci Bilgi Siste­mi’ni, aynen İngiltere’de oldu­ğu gibi, akademisyenlerin ve araştırmacıların uzaktan eri­şimine ne zaman açacağız? Al­manya’da uygulamalı bilimler, teknoloji geliştirme ve danış­manlık konusunda iş dünya­sına çok büyük katkılar sunan Fraunhofer benzeri bir yapıyı ne zaman oluşturacağız? Ye­niden konuya dönecek olur­sak, bu enflasyonla mücadele ve istikrar programının düşük bir toplumsal maliyetle başa­rıya ulaşmasını istiyorsak sos­yal yardım politikamızı bu dö­nemin gerekliliklerine göre ve dünyadaki başarılı ülke uygu­lamalarını takip ederek revize etmemiz gerekiyor.

Tüketim harcamaları zenginden

Bir de tabii ki işin vergi po­litikası tarafı var. TÜİK’in ge­çenlerde açıkladığı, geriden gelse bile çok önemli ipuçları sunan hane halkı tüketim har­camaları anketi uygulanması düşünülen vergi politikasının yaratacağı tahribata dikkat çekiyor. Tüketim harcamala­rındaki artışın neredeyse ta­mamı en zengin %20’den geli­yor. Toplam tüketim harcama­ları içinde payını arttırabilen iki grup var: en zengin %20’lik dilim ve onu takip eden %20 ’lik dilim. Nüfusun yarısından fazlası yoksulluk sınırının al­tında! Durum böyleyken dü­şük gelir gruplarının tüketim harcamalarını daha da baskı­lamak olumlu bir sonuç ver­mez. Hali hazırda düşük ge­lir grubu tüketiminde gıda­nın payı artıyor. Gıda, ulaşım ve barınma harcamalarındaki artış düşük ve orta gelir grup­larının eğitim gibi nitelikli tü­ketime daha az kaynak ayır­masına yol açıyor.

İşin insani tarafını bir yana bırakalım, yukarıda kısa bir eleştirisini sunduğum istik­rar programı iktisadi olarak da doğru bir program değil. Dün­yadaki yeni ve başarılı olmuş politikalardan esinlenmeyen, veriye dayalı politika anlayı­şından uzak, yapısal reformla­rı harekete geçirmeyen, biraz demode fazlasıyla da insafsız bir program izleniyor.

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sahi biz ne yaşıyoruz? 18 Eylül 2024
Eğitim şart mı? 11 Eylül 2024