İstikrar arayışı
Ekonomide istikrar denilince genel olarak düşük enflasyon, düşük işsizlik oranı ve potansiyel büyümeye yaklaşan bir büyüme oranı anlaşılır. Bu hedeflere erişmek yeterli midir?
Hayır, ancak başka ne gerekir sorusunun yanıtını neoklasik iktisatta pek bulamazsınız. Yanıtı egemen basında da bulamazsınız. Çünkü bunun yanıtı onlar için rahatsız edicidir.
Yanıtı biz verelim. Eğer ekonomide eşitsizlik, gelir eşitsizliği yüksek ise istikrar sağlanamaz. Bunu neoklasik iktisat politikalarını uygulayan hükümetlerde görmezlikten gelirler.
Gelir eşitsizliği ancak iktisat politikaları ile en aza indirilir. Hükümetler ise buna pek yanaşmazlar. İşi çoğu zaman yoksul kesime yönelik yardım programları ile idare etmeye çalışırlar. Sermaye sınıfı açısından da bu rahatsız edici bir gelişme değildir. Onlar için rahatsızlık ürettikleri ürüne yönelik talep olmazsa başlar. Keynes buna efektif talep yetersizliği demişti. Ancak bu olguyu ilk gören Keynes değildi. K. Marx ve R. Malthus daha önce bunun farkına varmışlardı. Çıkış temelleri ve ulaştıkları sonuçlar farklı da olsa talep yetersizliğinin kar oranlarını düşüreceğini, bunun da kapitalizm için tehlikeli olduğunu yazmışlardı.
Kapitalizm bu olgu ile 1929'da tanıştı. Neoklasik iktisadın babaları bunu önce kabul etmediler, sonuçta kriz öyle derinleşti ki, çözümün başka yerde olduğunu düşünmeye başladılar. Kuramsal olarak imdada Keynes yetişti. Üstelik Keynes'in önerileri 1933'lerden itibaren uygulanma başladı. II. Dünya Savaşı da talep yetersizliğini sona ermesine destek oldu. Savaş sonrası dönemden 1970'li yılların başına kadar kapitalizm altın çağını yaşadı. İşler düzeldi, düşük enflasyon, düşük işsizlik, istikrarlı büyüme, sosyal devlet olgusu altında artırılan kamu harcamaları geniş kitleleri memnun etti.
Rüyayı Bretton Woods sisteminin sekteye uğraması ve petrol fiyatlarındaki artışlar (altın çağı) sona erdirir iken, uyku durumundaki neoklasik iktisat tekrar ayaklandı. Üstelik oldukça da vahşileşmişti. Batılı ülkeler sosyal devlete veda ederken, yerini özelleştirmelere, finansal serbestleşmeye bıraktı. Üstelik bu defa kitlesel destek de aldılar. Emekçiler işini kaybederken, yine de küreselleşmeye iman etmekten geri durmadılar. İngiltere'de M. Thatcher 1980'lerde işçi sınıfını biçti. 1990'lı yılların sonuna doğru (1997) iktidara gelen ve de adı İşçi Partisi olmasına rağmen, onlar da Thatcherizme iman ettiler.
Küreselleşme eşitsizliği ve işsizliği artırdı
Kapitalizmin siyasal yüzü küreselleşme tüm ülkelere istikrarlı büyüme, gelir eşitliği vaat ediyordu. Ancak sonuç birçok ülkede eşitsizliğin ve işsizliğin artması oldu. Üstelik bu defa kapitalizm gelirle desteklenmeyen talebi ayakta tutabilmek için borçlanma (kredi) kanallarını çok iyi kurdu. Bireyler gelirleri yetmese de borçlanarak talep yaratmaya devam etti.
Sermaye sınıfının, özellikle finansal sermayenin mucizeleri ardı ardına geldi. Fakat bu balon öyle şişti ki, sonunda 2007'de patladı.
Geçen on yılın sonunda özellikle gelişmiş ülkelerde kısmen büyümede istikrar sağlandı. Enflasyon zaten talep eksikliği nedeni ile kendiliğinden yok olmuş durumda. Ancak yine de kendi ülkelerinde ne de çevre ülkelerde istikrar sağlanmış değil. İşsizlik hala birçok ülkede yüksek, eşitsizlik ise ciddi boyutlarda. Bu durum sadece ekonomide istikrarsızlık yaratmıyor. Politik riskleri de artırıyor. Üstelik bu defa politik riskler terör ve göç yoluyla merkez-ana- ülkeleri de vurmakta.
Sorun öyle büyüdü ki, sonunda kapitalizm küresel örgütü IMF bile eşitsizliği ve ücret düşüklüğünü, Nisan ayında yayımladığı Dünya Ekonomik Görünümü raporuna taşıdı. Taşıdı ama çözümü söylemedi. Çünkü tablo sizin de fark ettiğiniz üzere vahim durumda. Merkez ülkeler dahil olmak üzere epeyce bir ülkede nüfusun en zengin yüzde 10'luk dilimi gelirin yüzde 30'una el koyuyor (OECD ortalaması yüzde 24,66). Buna karşın en fakir yüzde 10'luk dilim gelirin yüzde 1,5-3'ü ile (OECD ortalaması yüzde 2,91) idare ediyor.
Bu tabloyu görünmez kılmak için gelişmekte olan ülkelerin bazılarında halk din-milliyetçilik soslu söylemlerle uyutulabiliyor. Ancak bu da uzun süre devam etmeyecekmiş gibi duruyor. Çünkü kapitalizm kendi yarattığı teknoloji nedeni ile (bilgi olmasa da) halkın malumat alımını (Information) engelleyemiyor. Sermaye sınıfı ve hükümetler istikrar istiyorsa, bu tablonun değişimine imkan vermeli, yoksa kendileri de tablonun içinde kaybolabilirler.