İşte öyle bir şey...

Açıl SEZEN
Açıl SEZEN Dünyanın Parası [email protected]

Benim için Erol Evgin, babamın da aralarında bulunduğu sanatçı jenerasyonunun kıymetlisidir.

Çiğdem Talu’nun sözlerini yazdığı bu şarkı ise benim neslimin bam telidir.

“Hani ıssız bir yoldan geçerken..
Hani bir korku duyar da insan..
Hani bir şarkı söyler içinden...
İşte öyle bir şey...”

Önceki gün, İzmit’te sanayiciler ile bir araya gelme şansı bulduk.

Sanırım içinde bulundukları ruh halini en iyi tarif eden sözler bu yukardakiler...

Korku duymakta haksız sayılmazlar elbette.

Zira ekonomik koşullar maalesef giderek ağırlaşıyor.

Üretici enflasyonu geçen sene %3’tü.

Yılbaşında %13’tü.

Şimdi %32.

İmalat sanayiinde fiyat artışı %33.

Üretim için kullanılan ana metallerde geçen yıldan bu yıla fiyat artışı %61.

Son gelen elektrik ve doğalgaz zamları buna dahil değil.

Dolayısıyla üreticinin maliyeti yükseliyor.

Belirsizlik döneminde ister istemez talep düşüyor. Üretme iştahı azalıyor.

O yüzden üreticinin daha fazla üretmek için verdiği siparişlerde (PMI Endeksi) daralma görüyoruz. Ekonomik Güven Endeksi, Reel Sektör Güven Endeksi, Tüketici Güven Endeksi de geriliyor.

Yani üretim iştahı kadar tüketim iştahının daralması da sorun yaratıyor.

Ürettiğinin maliyeti artıyor, tüketen eskisi kadar tüketmiyor. Hal böyle olunca, siz de üretim maliyetinizi satış fiyatına yediremiyor; kâr marjınızdan yiyorsunuz.

Kur baskısını iliklerine kadar hissediyor, zamanında buna önlem almamanın acısını yaşadıklarını itiraf ediyorlar.

Bunlar tabii ki sorun.

Ama asıl sorun bunlar da değil.

Bir şirket yönetiyorsunuz. Bir yerden alacağınız var.

Diğer tarafa da borcunuz var.

Alacağınızı tahsil ettiniz.

İş ahlakı, aldığınızı alacaklınıza vadesi geldiğinde ödemenizi gerektirir.

Ancak yüksek faiz dönemlerinin bir özelliği var.

İş ahlakını örseliyor.

Mevduat faizi kabaca %22.

Stopaj da %5’e düştü; size yıllık net getirisi %20.9.

Siz parayı bankaya koyup ödemenizi bugün değil 6 ay sonra yaptığınızda, %10’un üzerinde faiz getirisi elde ediyorsunuz.

İnsanlar şöyle diyor:

“Yüzde kaç kâr marjıyla çalışıyoruz ki, böyle bir getiriye sırt çevireceğiz?”

Bu köşede son 2 yıldır yüksek enflasyon ve yüksek faiz tüm kötülüklerin anası derken kastımız buydu.

Şirket dediğimiz borçtan değil, nakit akışından batar.

Nakit akışı dediğimiz şey ise bunlar nedeniyle bozulur.

Alacağını bir ay tahsil edemez, idare edersin. İkinci ay zorlanır, üçüncü çare arar, dördüncü beşinci ay dayanma gücünü kaybedersin.

Bankaya gidip nakit aradığında kredi faizi 35’lerde karşına çıkar.

Çekini kırdırmak için faktoring şirketine gittiğinde maliyeti 35-40’lara vurur.

Türkiye’nin en büyük portföy şirketlerinden birinin yöneticisiyle sohbet ediyoruz.

“Varlık sahipleri, yatırımcılar bizden para çekiyor” dedi.

Nedenini sordum. Şöyle dedi:

“Şirketler çok zorda. Nakit yaratabilmek için ellerindeki stoklu ürünleri %25-30 iskontoyla veriyorlar. Bizde nakdi olanlar parayı çekip, gelecekte kullanacakları bu ürünleri bugünden iskontolu almayı tercih ediyorlar. Bir kısmı da gelecek zamlardan korkup bugünden alabildiğince mal stoklamaya çalışıyor.”

Nakit her zaman kral. Ama son yıllarda hiç bu kadar kral olduğu bir dönem yaşanmamıştı.

Bu ekonominin geçen sene 200 milyar TL KGF kredisi ile nakde boğulmuş ekonomi olduğuna inanmak gerçekten zor.

Ticari ahlak bir kez bozuldu mu, yeniden gelmesi zor.

Kaybettik mi, geri gelmesi zor olan bir şey daha var.

O da fiyatlama davranışı.

Geçen gün bir dostum, berberin dolardaki yükselişi gerekçe göstererek zam yaptığından şikayet ediyordu.

“Berberin dolarla ne işi var ki” diyor.

Herhangi bir mal ya da hizmetin fiyatının artması için dolarla ilişkisi olmasına gerek yok ki.

Enflasyonun %20’ye yaklaştığı memlekette, kimden kazancını enflasyonun karşısında ezdirmesini talep edebilirsiniz ki?

Diyelim ki kirasını, elektik maliyetini, ısınma maliyetini bir kenara koyduk. Berberin kurla hiç işi olmadığını varsaydık. Bir insanın yaşamak için aldığı ürünlerin fiyatı %20 artıyorsa, kazandığı parayı buna göre artırma çabasından, verdiği hizmete zam yapmasından daha doğal ne olabilir?

Devlet memurlarımız, işçiler yılsonunda enflasyon farkı talep etmiyor mu?

Veya ücretli çalışanlar yıl sonunda bu farkı zam olarak beklemiyor mu? (Genelde alamıyorlar, o ayrı.)

Sonuca gelip çözüm aşamasını konuşursak...

Çözüm eyleme geçmekte.

Yapılması gerekenler konusunda kimsenin kafasının karışık olduğunu sanmıyorum, çünkü herkesin kafasında üç aşağı beş yukarı benzer şeyler var.

Reel sektöre rehabilitasyon, oradan gelecek baskının bankalara yapacağı etkinin bertaraf edilmesi, kararlı ve katı bir para politikası, bütçe açıklarının daraltılması, ekonomik büyümenin makul çizgiye çekilmesi, kaynakların doğru ve verimli alanlara aktarılması.

Hepimiz bu memlekette yaşıyoruz.

Zorluklar var diye dükkanı kapatıp gidecek değiliz.

Sanayiciler, en çok kendilerinin ekonomiye daha fazla destek için yapabilecekleri bir şey olup olmadığını soruyor bize. Harekete geçmeye hazır olduklarını söylüyorlar.

“Eylemsizlik” halinin bize iyi gelmediği ortada.

“Eylem planları yapmanın”, “yapacağız”, “planlıyoruz” demenin zamanı maalesef geçti.

Artık “önlem almak” yerine “eylemle ikna etme” aşamasına geçmek zorundayız.

Pansuman yerine iyileştirici tedaviye başlamak durumundayız.

Yoksa sanayicimize Erol Evgin’in şarkısındaki şu sözleri söyletiriz...

“Ey kuru dallara can veren Allah'ım

Biz daha ölmedik, bizi de gör!”

Daha da gecikirsek, vatandaş eğlenmeye başlar, “cümbüşlerle, çalgılarla...”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Eli yatırıma gitmemek... 21 Ağustos 2019
Acılara tutunmak... 03 Temmuz 2019