İşte ekonominin patronu
Ekonominin patronu siyasi lider veya liderler mi? Ekonominin patronu Hazine ve Maliye Bakanı mı? Ekonominin patronu Merkez Bankası başkanı mı? Ekonominin patronu bürokratlar mı?
Bir başka soru da ekonominin patronu illa tek kişi olmak zorunda mı. Ve hatta ekonominin patronu veya patronları, gerçekte insanlar mıdır? Yoksa soyut bir kavram olabilir mi, belki de asıl soru işte bu.
Bu saydıklarımın hepsini bir kenara koymak gerekiyor. Çünkü ekonomilerin gerçek patronu hiçbirisi değil, ekonominin gerçek patronu emin olun yalnızca “güven”dir. Neye duyulan güven mi? Bakın sıralayayım:
-Yönetim sistemine olan güven,
-Ülkedeki demokratik sisteme duyulan güven,
-Hukuk sistemine ve hukuka bağlılığa duyulan güven,
-Bankacılık sistemine güven,
-Serbest piyasaya duyulan güven,
-Pazar ekonomisine duyulan güven.
Kısaca ülkeye duyulan güven. İşte bu saydıklarım, yatırımcıların ve tüketicilerin ekonomi yönetimine kafalarında oluşturdukları kredinin karşılığıdır.
Pek çok ekonomistin ifadelerinde de rastlarsınız, literatürde başlıca iki türlü ekonomik sistem vardır. İlki, üretim ve hizmetlerin devletin güdümünde belirlendiği planlı ekonomi, diğer ise üretim ve hizmetlerin piyasanın tercihlerine göre belirlendiği pazar ekonomisi.
Her yönüyle devletin müdahaleci olduğu ve kurgunun devlet tarafından yapılmaya çalışıldığı planlı ekonomilerde ekonomiyi idari kararlarla yönetilebilir kabul eden ve merkezi otoriteyi piyasalar üstü gören “kapalı ekonomi” anlayışının bir ürünü olarak kabul edilir.
Pazar ekonomisinde ise, tüketicilerin ihtiyaçlarını en iyi kendileri bilir inancı ve düşüncesi hakimdir. Burada “tüketici egemen” yapılanmayla, ekonomiyi idari kararlarla yönetilemeyen bir bilim olarak kabul etmek ve kanıksamak gerekiyor.
Serbest ekonomi olarak da adlandırdığımız pazar ekonomisinde, rekabetçi piyasaların işleyiş kurallarına itibar eden açık bir ekonomik model söz konusudur. Gerçek manada piyasa ekonomisini uygulamayı başaran ülkelerin, tam rekabet ve tam demokrasi seviyesine en fazla yaklaşan ülkeler olduğunu gözlemlemek mümkün.
Ekonomisinin güçlü olduğunu düşündüğümüz özellikle gelişmiş ülke statülerinde yer alan ülkelerin serbest piyasa ekonomisini belirlemiş ülkeler olması bir tesadüften ibaret değildir. Piyasa ekonomisi veya serbest ekonomi modeli ile tüm ekonomik faaliyetlerin devlete devredilmesi olarak adlandırılan modelin sıkça karşılaştırıldığına tanık oluruz.
Genellikle kalkınma düzeyi düşük ülkelerde devletin ekonomiyi modelleme konusunda daha fazla etkisinin olduğu, gelişmiş ülkelerde ise en aza indiği gözlemlenebilir.
Bu durumun yatırımcıların, gerçekleştirmeyi öngörecekleri yatırım kararlarında, tüketicilerin ise tüketim harcamaları üzerinde önemli bir etkisi olduğunu kabul etmek gerekiyor. Öyle ki, her iki tarafın da, kendi dinamikleri ile pazarın şekillendiği bir ekonomiye daha fazla güven duyduğunu, devletin müdahalesinin ise akışı bozduğu yönündeki tespitleri rahatlıkla söyleyebilirim.
Bunu aslında ben söylemiyorum, tüm istatistikler, en çok yatırım alan ve halkın da daha güvenli bir şekilde harcama ve kişisel yatırım yaptığı ülkelerin bu tarz ülkeler olduğunu ortaya koymakta.
Rekabetçi pazar ekonomisinin işleyiş kurallarına, piyasaların üzerinde ve onu yok sayarcasına müdahale ederek öngörülen tüketici egemen yapılanmaya zarar verecek her karar veya davranış, açık ekonominin gereklerinin sürdürülemeyeceğine dair endişe yarattığı gibi, piyasalara olan güven ortamının da kaybolmasına yol açar. Güven ortamı zedelendiğinde, olası krizlere karşı ekonomik temellerin kırılganlığı sorgulanır ve bağımsız derecelendirme kurumlarının notları ve CDS (Kredi Sigorta Risk Primi) yükseliş gösterir.
Buradan sözü ülkemize bağlayacağımı sanırım herkes anlamış olmalı. Bir süredir ülkemize yabancı sermayenin gelmeyişi, tüketicilerin orta ve uzun vadeli yatırımlardan kaçarak, ev ve arsa alımlarının yavaşlaması, hatta evlenme oranlarındaki düşüş dahi aslında bu güven ortamındaki kırılganlıktan kaynaklanmakta.
Piyasadaki durgunluğun da ana nedenleri, oluşan güvensizliğin her geçen gün daha da artması. Üstüne bir de yaklaşan seçimin yarattığı gerginliği koyduğumuzda, hal daha da endişe verici oluyor. Devletin bir an önce ekonominin patronunu arama veya ilan etme, dövizi baskılama, piyasaya müdahale etme gibi yanlışlardan kurtulup, güven ortamı yaratabilecek, yukarıda saydığım her bir başlığı doğru bir şekilde yönetmesi ve güveni arttırmaya çalışması şart.
Bana göre de, eminim size göre de, seçimin kazanılabilme sırrı da burada yatıyor. Bunları başaracak politikaları ortaya koyanın, ipi göğüsleyeceğini söylemek inanın hiç de abartılı bir yaklaşım olmayacak.