İstanbul'u 'işadamı' gibi yönetmek (1)

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 [email protected]

 

 

Bu köşede daha önce İstanbul’la ilgili çeşitli yazılar yazdım. Okuyanlar hatırlayacaktır, bu yazılarda genellikle önemli gördüğüm iki noktaya vurgu yaptım. Birincisi İstanbul’un tarihsel kimliği ve kültür mirası, diğeri ise İstanbul’un İstanbullular için yaşanabilir bir kent olması.Zira İstanbul gibi, tarihi binyıllara dayanan bir metropolün gerçek değeri ancak bu ikisinin toplamıyla ortaya çıkar. Bu değer hak ettiği gibi ve sürdürülebilir bir şekilde ortaya çıkarılabildiğinde, hem içinde yaşayanlar için bir mutluluk ve gurur kaynağı olur, hem de dünyanın geri kalanının görmek

için akın ettiği gerçek bir mücevher haline gelir.
 

Geçtiğimiz hafta 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde icraatlarını anlatmak için ekonomi gazetecileriyle bir araya gelen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın açıklamalarını okuyunca, yazdıklarımızla akıntıya karşı kürek çektiğimizi bir kez daha anlamış olduk. Ancak akıntıya karşı kürek çekmekten yılgınlığa kapılacak değiliz elbet. Akıntıya karşı gitmenin yanlış yöne gitmek olduğunu düşünenlerden değilim. Aksine tarih, kendini akıntıya bırakıp yolunu şaşıranların biriktiği çöplüklerle dolu.


Şimdi gelelim İstanbul’un Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın söylediklerine. Topbaş, icraatlarını anlatıyor ve “Bir belediye başkanı rutin belediyecilik işleri değil, bir iş adamı mantığında düşünmek, her alanda olmak zorunda” diyerek sözlerine devam ediyor. Bu noktada Sayın Topbaş’a aslında kendisinin “İş adamı” olmadığını, halkın oylarıyla seçilmiş bir “belediye başkanı” olduğunu birilerinin hatırlatması gerekiyor.


Ülkemizde ne yazık ki, seçilmiş yöneticilerin ve dahi bürokratların “iş adamı gibi” davranması gerektiği yönünde, kaynağını kesinlikle demokrasiden almayan, aksine çoğu kez demokratik bir yaklaşımla taban tabana zıt düşen bir anlayış var. Bu anlayışa kamu yönetimi literatüründe “New public management”, yani “Yeni kamu işletmeciliği” deniyor. Kamu işletmeciliğinin kamu yönetiminden en temel farkı ise kamu yönetiminin “halk için” kamu işletmeciliğinin ise “kâr için” yapılması. İşte Topbaş’ın “İşadamı mantığında düşünmek” sözleri bu anlama geliyor. Şimdi bu anlayışı savunanların “zarar eden kamu hizmetini devam ettirmek mümkün mü” diye sorduklarını duyar gibiyim. Evet, elbette her kamu hizmeti bir finansman modeliyle  sürdürülebilir. Bu finansman modeline daha sonra geleceğim, ama öncelikle, odağınıza “insan”ı değil de “kârı” aldığınızda ne olduğundan söz etmek istiyorum.

Şimdi Başkan’ın sözleriyle devam edelim. Kadir Topbaş bundan beş yıl önce 2007’de Levent’teki İETT garajı ihalesini iptal ettirenlere çok kızgın. Hatırlayacaksınız, 2007’de Dubai Şeyhi El Makdum’a ait Sama Dubai adlı şirkete satılan arazinin ihalesi TMMOB Şehir Plancıları Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası tarafından yargıya taşınmış, bunun sonucunda işlem iptal edilmişti. Olayı Topbaş’tan dinleyelim:

“Takriben belki 300-400 milyon lira faiz ödedik bunlar yüzünden. Bu kente yaptıkları haksızlık. Milletin cebinden bu paralar çıkmak zorunda kaldı. Yapılan ihaleler işler var. 1 milyar 156 milyon lira kasaya girmediği için 2006’da bizim kayıplarımız paranın değer kaybı faiz kaybını hesaplamıyoruz. Bunu yapanların yanlarına kar kaldı. Bir A4 kağıdına yazdıkları dilekçenin bu kente kaybettirdiğidir bu. Bu parayı zamanında kasamıza alsaydık, bugün ulaşım sistemlerinde çok daha fazla mesafe almış olacaktık. Yeniden ihale açacağız. Aynı plan, neydi o proje, aynısı tekrar ihaleye çıkacak. Hazırlık yapıyoruz. Daha düşük satmayız. Kaybettiklerimizi da almamız lazım.’’

Ne kadar güzel bir işadamı yaklaşımı değil mi? Hatırlarsınız, İstanbul’a 5 milyar dolar yatırmak için kendisiyle anlaşma imzalayan, imza törenine de bir ton (mecazi olarak değil gerçekten 1 ton) hurmayla gelen Şeyh El Makdum’u kaçırdıkları için Sayın Başkanımız İstanbullu inşaat mühendislerine ve şehir plancılarına çok ama çok kızgın...


İlk önce şunu belirtelim; Sayın Topbaş’ın 2006 diye hatırladığı olay 2007’de geçiyor. 21 Mart 2007’de gerçekleştirilen ihalede Şeyh Muhammed El Makdum, “Burgu kuleler” yapmak istediği arazi için girdiği ihaleyi 980 milyon lira vererek kazanmıştı. Yani Sayın Topbaş’ın aklında kalan 1 milyar 156 milyon lira da pek doğru değil. Topbaş, 980 milyon artı KDV’lik ödemenin Maliye’ye vereceği 176.4 milyon liralık KDV’sini de nedense kendi kasasına girecekmiş gibi hatırlıyor. İnsanlık halidir, olabilir diyelim.

Ama bu konuşmada Kadir Topbaş’ın asıl bombası, İBB’nin kasasına girmeyen 980 milyon lira için beş yılda 300-400 milyon lira faiz ödediğini açıklaması. Bu ihale sonucunda El Makdum’un taahhüt ettiği parayı ödemesi gereken gün 30 Mayıs 2007. İBB’nin kasasına girecek 980 milyon lirayı o günkü kur olan 1,33 TL’den dolara çevirdiğimizde 736 milyon 842 bin dolar ediyor. Başkan Topbaş, bu para şirketinin -pardon belediyesinin- kasasına girmediği için 5 yılda 400 milyon lira faiz ödediğini söylüyor. Yani yılda 80 milyon lira. Bu açıklamadan İBB’nin 5 yılda yüzde 40.8 faizle borçlandığını anlıyoruz ki, bunu kabaca yıla böldüğümüzde yıllık yüzde 8,16’lik bir faiz yüküne tekabül ediyor. Son dört beş yılda Libor faizinin yüzde 1’e yakın rakamlarda dolaştığını, Türkiye Hazinesi’nin yüzde 4-5 yıllık dolar faizleriyle borçlanabildiğini düşünürsek, Sayın Başkan’a öncelikle “Bu nasıl işadamlığı” diye sormak gerekiyor. Acaba Kadir Topbaş yönetimindeki İBB Libor artı kaç faizle borçlanabiliyor?

Finansçı değiliz, ama ekonomi gazetecisi olarak bu işlerle biraz uğraşmışlığımız var. Bildiğimiz kadarıyla uluslararası piyasalarda “sağlam, itibarlı, iyi yönetilen” şirketler aldıkları rating’e göre Libor’a çok yakın faizlerle borçlanabilirken “Kötü yönetilen, çok borçlu, borç verenler karşısında pek de itibarı olmayan” şirketler Libor faizinin çok çok üzerinde oranlarla borçlanmak zorunda kalıyorlar. Tabii bu durumda aklımıza iki ihtimal geliyor. Birincisi başkanımız Sayın Topbaş’ın iyi bir işadamı olmayıp İBB’yi iyi yönetemediği -ki bu kadar iddialı konuşan bir başkan için bunu düşünmek istemeyiz! - İkinci ihtimal ise tarihte ve satış fiyatında olduğu gibi yanılmış olması. Tabii bu anlayışla karşılanabilir bir durum. Örneğin ben de üç gün önce aldığım bir şeyin fiyatını hatırlamam, aklımda rakamlar kalmaz. Ama tabii ben İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni de yönetmiyorum, çevremde bana bu rakamları hatırlatacak memurlar, danışmanlar vb. de yok...
 

Neyse, söz çok uzadı. Bu haftalık yerim de bitti. Kalanı haftaya. Ama belki bu arada Başkan Topbaş şu faiz işine bir açıklık getirir de bizi bu kafa karışıklığından kurtarır, onu da yayınlarız...


*****
(16 Mart 2012 Cuma Günü DÜNYA'da çıkan yazıda dolar ve TL karışıklığı sonucunda yapılan bir hesap hatası nedeniyle faiz oranı yanlış hesaplanmıştır. Yukarıdaki yazı düzeltilmiş versiyondur)

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018