İstanbul'dan bir "maymun (primat) araştırması" nasıl çıka
Geçen hafta sözünü ettiğim "uzmanlaşma daralı" günümüz biliminin ana sorunlarından biri haline geldi. Ben kuşkusuz meselenin daha çok tıp cephesini görebiliyorum; tıpta aşırı uzmanlaşma doktorun tanı koyma becerisini ciddi ölçüde azaltmakta, hastanın tanısında hatalara ve tedavisinde gecikmelere neden olmakta. Buna karşılık sizlerden gelen yorumlar, diğer alanlardaki durumun da çok farklı olmadığına işaret ediyor. Yüksek öğrenimden mezun ettiğimiz gençlerimiz bile aslında sadece nosyon sahibi olarak çıkıyorlar. Daha sonra yerleştikleri işte, o işin detaylarını (özelliklerini, varsa hilesini, hurdasını) öğrenip uygular hale geliyorlar. Bu açıdan bakıldığında günümüz üniversitelerinin büyük bölümü aslında meslek okullarından çok farklı bir noktada değiller.
Ancak meseleye bir de "yeni bilimsel alanlar açma, doğanın dilini çözme" yönünden baktığımızda dar alanda kısa paslaşmalara kısılıp kaldığınızı görüyoruz. Günümüz biliminin ciddi sıkıntısı birden fazla alana derinlemesine hakim bilim insanı bulunmamasıdır. Yeni şeyler geliştirmek şöyle dursun, mevcut emarelerin değerlendirilip, yeni ufuklar açılması şansı ortadan kalkmaktadır. Zaman zaman dile getirdiğim "emarelerden sonuca varmak" ilim olarak adlandırılmaktadır. Günümüzde ilim ve bilim karıştırılmaktadır, ilim emarelerden yola çıkar, bilim ise zaten bilinen bilgi üzerine kuruludur (ilim bilimin eski dildeki karşılığı değildir). Bugün kırklı yaşların üzerinde olan kuşak, çocuklarına orta öğretimde kazandırılan bilgilerin bile zayıfladığının farkındadır. Bilginin diplomayla ölçüldüğü bir değerlendirme sistemi, diploma hak edilmeden kazanılabiliyorsa geçerliliğini yitirir.
Sorunun yanıtı Tutankamun'un mezarından geçiyor
Gelelim geçen hafta sözünü ettiğim "İstanbul'dan maymun kongresine bildiri gönderilip gönderilemeyeceği sorusunun yanıtına. Aslında doğru yerden girerseniz, bu da mümkündür. İşin hoş kısmı, 22. Dünya Primatoloji Kongresi'nde (3-8 Ağustos 2008) bildiriye dönüşen veriler bundan binlerce yıl öncesine, ta Eski Mısır'a, Tutankamun'un mezarına aittir. Howard Carter Tutankamun'un mezarını Kasım 1922'de keşfetti. Krallar Vadisi olarak adlandırılan bölgede yer alan mezara ilk giren kişiler de Carter, çalışmalarına destek veren Lord Carnarvon ve onun kızı Evelyn oldular (Andrew Collins ve Chris Ogilvie Herald, Tutankhamun, Çıkış Komplosu, Avesta Yayınları, 2004). Carter'ın ortaya çıkarttığı mezarın Batı duvarındaki on iki maymun figürü, benim primatoloji kongresine gönderdiğim bildirinin de temelini oluşturdu. Burada resmedilmiş olan maymunlar babun olarak adlandırılan türdü ve bu durum tuhaftı. Zira, Mısır'da maymun bulunmuyordu, babun bulunması ise daha da sıra dışıydı. Maymuna özellikle Uzakdoğu ve Hindistan'da kutsal kabul edilip tanrısal bir özellik atfedilirdi. Peki Mısır'da maymun yokken, Tutankamun'un mezarındaki maymunlar nasıl açıklanabilirdi?
Kültürlerin kökeni konusundaki rivayet muhteliftir, ancak elde bulunan veriler birden fazla merkezde eş zamanlı kültürel gelişimden çok, tek merkezden dağılan ve farklılaşan kültürlere işaret eder. Aradan geçen binyıllar ve doğa olayları ortak kültürün somut delillerini ya ortadan kaldırır ya da gömer. Ortak kültüre işaret edip de kaybolmadan kalabilen kanıtlar ise daha çok söylenceler, dini motiflerde ve sembollerde saklı kalırlar. Bugün için eski Mısır uygarlığının kökeni konusu da açığa kavuşturulamamıştır, çünkü saptanabilmiş bir öncülü yoktur. Benim İstanbul'dan kitap okuyarak elde ettiğim bilgiler 22. Dünya Primatoloj Kongresi'ne kabul ettirilebilecek bir bildiriye dönüşebildi (bildirinin özetini http://ips.conference-services.net/resources/354/1080/pdf/IPSoc2008_0842.pdf adresinden okuyabilirsiniz).
Ama işin daha hoş yanı kongreden bir ay sonra Wisconsin Üniversitesi Primat Araştırma Merkezi'nden aldığım bir e-posta oldu. Aynı konuda araştırma yapan Kelly Schultz
bildiri konusunda bilgi almak istemekteydi…
Avrupa'nın yeni sorunu EHEC konusunda kısa açıklama
Bugünlerde Avrupa EHEC olarak adlandırılan ciddi bir sağlık sorunuyla uğraşıyor. Enterohemorajik escherichia coli (EHEC) enfeksiyonu aslında tıpta iyi tanımlanmış tablolardan biridir. E. Coli'nin insan vücudunda normalde bulunan bir bakteri olmasına karşılık, kanamayla seyreden bu hastalığı oluşturan formu daha çok çiğ et ürünlerinden bulaşır. Hastalık bir ishal tablosu (karında kramp şeklinde ağrı ve diyare) olarak başlar, bazen kanlı ishale de neden olabilir. Belirtiler ortalama 3-4 gün içerisinde ortaya çıkar. Özellikle çocuklar ve yaşlılar daha büyük risk altındadır. Hastalığın hayati tehlike oluşturan özelliği hemolitik üremik sendrom denen, böbreklerin etkilenmesine bağlı bir tabloya neden olmasıdır. Bunun sonucunda böbrek yetersizliği gelişir, hayatı tehlikeye sokan esas sorun da budur. EHEC'e bağlı böbrek hastalığı, çocuklarda en sık görülen akut böbrek yetersizliği nedenidir. Almanya'da görülen son salgın ise çiğ salatalık, domates ve marul tüketimiyle ilişkilendirilmiştir. Mevcut verilere göre hastalığın kaynağı İspanya olarak açıklanmıştır, ancak hastalığa neden olan bulaşmanın nasıl gerçekleştiği henüz bilinmemektedir. Hastalıktan korunmak için alınması gereken başlıca önlem, et ürünlerinin iyi pişirilmesi ve salatalık, domates gibi ürünlerin de iyi yıkanıp, kabuklarının soyulması, ancak riskin yüksek olduğu durumlarda mutlaka pişirilerek tüketilmeleridir. Sağlık Bakanlığı'nın açıklamalarına göre ülkemizde hastalık konusunda herhangi bir risk söz konusu değildir.