İstanbul başka, Dubai başka!
Geçtiğimiz temmuz ayında üçüncü kez gerçekleştirilen ihaleyle Aşçıoğlu İnşaat-Ofton İnşaat-Meydanbey İnşaat-Omak İnşaat Ortak Girişim Grubu'na satılan İstanbul Mecidiyeköy'deki eski Likör Fabrikası ve arazisi geçtiğimiz hafta Aşçıoğlu inşaat'tan yapılan açıklamayla tekrar gündeme geldi. Yatırımcı grubun başını çeken Aşçıoğlu İnşaat'ın Yönetim Kurulu Başkanı Yaşar Aşçıoğlu, araziyle ilgili peşinatı yatırarak ihaleyle ilgili sözleşmeye imza koymalarının ardından şu açıklamayı yaptı:
"Dubai'nin pazarlamasında büyük etkisi olan Burj el Arab binası gibi, Likör arazisi üzerine yapacağımız Selenium projesi ile dünya gayrimenkul piyasasını İstanbul"umuza çekeceğiz. Emre Arolat başkanlığında kurulacak yerli ve yabancı danışman mimarların konsorsiyumu ile çizilecek proje ortaya çıktıktan sonra 2009 Ocak ayında projenin hafriyatına başlarız."
Aşçıoğlu'na projesinin hayırlı olmasını dileriz. Ancak bu ve buna benzer projelerin İstanbul için hayırlı olmadığını biliyoruz. Yukarıdaki, neresinden baksanız tutulacak tarafı olmayan cümlenin sarf edilmesine neden olan son 25-30 yıllık süreçte, ne hükümetlerin, ne de yerel yönetimlerin İstanbul'la ilgili eğriyi doğruyu ayırt edecek bir bakış açısına sahip olmadığı, bundan sonra da pek olamayacağı açıkça anlaşılıyor.
İstanbul'un yapı yoğunluğu en yüksek bölgelerinden biri olan Şişli, Mecidiyeköy, Levent bölgesinin son yeşil alan şansları, merkezi yönetim, yerel yönetim ve özel sektör işbirliğiyle "uluslararası gayrimenkul piyasasını buraya çekeceğiz" merakına kurban veriliyor.
Burj el Arab adı verilen binanın Dubai'nin pazarlanmasına büyük etkisi olduğu açık. Ancak Aşçıoğlu'nun deyimiyle "İstanbul"umuzun" şu veya bu uluslararası piyasada pazarlanması için buna benzer bir binaya sahip olması gerektiğini düşünmenin açıklanabilir bir tarafı da yok. Herkes bilir ki Dubai, çölün kenarında, petrol zenginliği kısıtlı, küçük bir ülkenin büyük bir ekonomik çekim merkezi yaratmak amacıyla uygulamaya koyduğu büyük bir projedir. Üstelik de gerek tasarımı ve pazarlama stratejisi, gerekse halkla ilişkiler uygulamaları açısından dünyadaki en başarılı örneklerden de biri sayılır. Burj el Arab gibi deniz kıyısındaki yüzlerce oteliyle, devasa iş merkezleriyle, yollarıyla, denizin üzerinde yaratılan yapay adalar üzerine kurulu konut kompleksleriyle Dubai, adeta boş bir kağıt üzerine bir defada tasarlanmış devasa bir ticaret-turizm-eğlence-alışveriş-konut kompleksi gibidir. Bütün kent bir defada ve tek elden tasarlanmamışsa da, arka planda bu kenti tasarlayan bir iradenin olduğu açık ve nettir. Burj el Arab gibi yapılar da aslında bu projenin vitrininde yer alan, halkla ilişkiler çalışmalarına destek veren parlak, çekici taşlardır aslında.
Ancak İstanbul'a Burj el Arab gibi bir bina dikmeye çalışmanın ve bu binanın "uluslararası gayrimenkul piyasasını İstanbul"umuza çekeceğini" düşünmenin nasıl bir mantığı olabilir, insan gerçekten bunu merak ediyor. Bu kişiler İstanbul'dan söz ederken, dünyanın en eski kentlerinden birinden, Doğu Roma'nın başkentinden, Osmanlı'nın Dersaadet'inden söz ettiklerinin farkındalar mı acaba?
Hadi diyelim ki bunu söyleyen bir özel sektör kuruluşu ve elbette öncelikli olarak kar etmeyi düşünüyor. Peki bu bölgedeki arazileri peş peşe satan ve satmaya çalışan kamu yöneticilerine ne demeli? Hatırlayacağınız gibi önce Zincirlikuyu'daki Karayolları arazisi Zorlu Grubu'na satılmıştı. Arkasından Büyükşehir Belediyesi'nin Levent'teki otobüs garajı arazisi Sama Dubai'ye gitmiş, fakat imar sorunları nedeniyle alıcı ödemeden vazgeçmişti. Ancak önümüzdeki günlerde bu arazinin Büyükşehir Belediyesi tarafından tekrar satışa çıkartılacağı da kesin. Bu satışlardan da anlaşılıyor ki, ne merkezi ne de yerel yönetimin İstanbulluları ve bu bölgenin halkını rahat ettirmek gibi bir derdi yok. Kamu yöneticileri, ellerinde kalan ve Levent-Zincirlikuyu-Mecidiyeköy bölgesine nefes alma şansı yaratabilecekleri son arazi parçalarını toplam 2 milyar dolar civarında bir para karşılığında elden çıkartılabiliyor ve bunun için bölge halkının ihtiyaçları, beklentileri hiç dikkate alınmıyor, fikirleri sorulmuyor.
İstanbul halkı bu paranın kat kat fazlasını doğrudan ve dolaylı olarak her yıl hem merkezi yönetime, hem de yerel yönetime ödediği halde, bu araziler neden kamu yararına kullanılmıyor da üzerlerine inşa edilmeye çalışılan Burj el Arab taklitleriyle pazarlanmaya çalışılıyor anlaşılır gibi değil. Kamu yöneticilerinin görevi rant yaratmak mı, yoksa kentte yaşayan insanlara hizmet götürmek, onları rahat ettirmek, yaşanabilir ortamlar yaratmak mıdır?
Evet Dubai'de rant yaratıldıkça belki o kentin değeri yükselebilir. Ama İstanbul'da yaratılan her rant ortamının şehri sıkışık, kalabalık, ulaşımı imkansız, havası ve sokakları kirli ve şehri adım adım yaşanamaz hale getirdiği ne yazık ki anlaşılamıyor.
Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi "taklit ve kopyalama" ne düzeyde olursa olsun, ne büyüklükte yapılırsa yapılsın çok büyük bir pazarlama riski yaratır. Yani başkası için doğru olan bir şey, bire bir taklit ettiğinizde sizin için aynı sonucu vermeyebilir, hatta tam tersi sonuçlar doğurabilir. Tıpkı hem kamu yönetiminin, hem de özel sektörün İstanbul için yaptığı gibi... Dubaililer ellerindeki taşları parlatıp parlatıp vitrinlerine koyarken, biz adeta elimizdeki Kaşıkçı Elması'nı teneke ile kaplamaya çalışıyoruz.
Birileri "Maslak'ı Manhattan", "İstanbul'u Dubai" yapmaya çalışacağına "İstanbul'u İstanbul" yapmaya çalışsaydı, herhalde şu anda elimizdeki gökdelen gecekondu bulamacı yerine her açıdan dünyanın en değerli kentlerinden birine, belki de en değerlisine sahip olurduk.
Bu açıdan bakıldığında "İstanbul'u finans merkezi yapacağız" projesi de size korkutucu gelmiyor mu?