İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti'nden Brüksel'de barışa ça

DİDEM ERYAR ÜNLÜ
DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN [email protected]

İstanbul 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti oluyor. Avrupa Kültür Başkenti uygulamasının kısaca tarihine bakacak olursak, Avrupa Kültür Başkenti fikri ilk kez 1985 yılında dönemin Yunanistan Kültür Bakanı Melina Mercouri tarafından ortaya atıldı. Aynı yıl Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi projenin kapsamını belirledi ve uygulamaya koydu. 1985'ten 2000 yılına kadar Avrupa Birliği'ne üye olan ülkelerin kentlerinden biri Avrupa Kültür Başkenti olarak seçildi. 2000 yılına gelindiğinde, yeni binyıl nedeniyle Avrupa Kültür Başkenti unvanı hem birden fazla kente, hem de AB Adayı olan ülkelerin kentlerine verilmeye başlandı.

2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmak İstanbul'a çok sayıda katkı sağlayacak. Tarihi boyunca farklı kültürleri bir arada yaşatan İstanbul, sahip olduğu dünya kültür mirasını tüm zenginliğiyle Avrupa'yla paylaşacak, kentsel dönüşüm projeleri sayesinde kentin çehresini değişecek, kentlinin yaşam kalitesini yükselecek, şehir yeni kültür mekanlarına kavuşacak, kentin kültür altyapısı güçlendirilecek, İstanbullu gençler sanatsal yaratıcılıkla daha yakın bir ilişki kurma olanağı bulacak, İstanbullu sanatçılar uluslararası alana açılacak, uluslararası projeler bir yandan Avrupa ülkelerine Türk kültürünü tanıtacak, diğer yandan Avrupalı ve Türk sanatçılar arasında esin paylaşımına olanak sağlayacak.

Bu kapsamda gerçekleştirilen projelerden biri de Tr-Plus Avrupa'da Türkiye Merkezi tarafından, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı desteğiyle 3 Aralık tarihinde Brüksel'de düzenleyeceği "Folia Pianistica - Anlaşmazlıkların Ötesinde Müzik" konseri.

Türk, Yunan, Kıbrıslı, Ermeni, Yahudi, İranlı, Mısırlı ve Amerikalı piyanistleri bir araya getirecek olan ve dünyaya barış mesajı vermeyi amaçlayan konserde, Türkiye'yi Hüseyin Sermet ve Rüya Taner temsil edecek. Konser BOZAR - Palais des Beaux-Arts'da gerçekleşecek. Barış İçin Birleşen Sanatçılar Derneği* (ADAP) üyesi, Türk, Yunan, Kıbrıslı, Ermeni, Yahudi, İranlı, Mısırlı ve Amerikalı piyanistlerin vereceği konser, dünyanın önde gelen bestecilerinin eserlerinden oluşacak. Konserde, Hüseyin Sermet, Rüya Taner, George Lazaridis, Seta Tanyel, Israel Kastoriano, Cyprien Katsaris, Nima Sarkechick, Ramzi Yassa ve David Lively, Gioacchino Rossini, Francis Poulenc, Franz Liszt, André Jolivet, Maurice Ravel, George Gershwin, Dmitry Shostakovich ve Georges Bizet'in eserlerini yorumlayacaklar.

"Anlaşmazlıkların Ötesinde Müzik" konserinin amacı zıtlıkların ve farklılıkların bir arada yaşanabileceğini vurgulamak.

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Genel Sekreteri Eyüp Özgüç, yüzyıllardır farklı medeniyetlere ve kültürlere ev sahipliği yapmış İstanbul'un, bugün de medeniyetler ittifakının sembol şehri olduğunu söylüyor ve dünyaya barış mesajı verecek bu konseri desteklemekten büyük mutluluk duyduklarını ifade ediyor.

TR Plus - Avrupa'da Türkiye Merkezi Başkanı Zeynep Göğüş, bu konserle sanatçıların birlikte çalışarak ve müzik üzerinden iletişim kurarak, farklılıklardan ziyade benzerliklerine vurgu yapmayı amaçladıklarını, böylelikle kültürel bölünmelerin nasıl aşılacağını göstermeyi hedeflediklerini söylüyor.

Konserin geçtiğimiz hafta düzenlenen tanıtım toplantısında konuşan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı da konserin İstanbul'un ve Türkiye'nin tanıtımı adına büyük önem taşıdığını, futbolda olduğu gibi sanat alanında da gösterilen özverinin Türkiye'nin uluslararası arenadaki konumunu güçlendireceğini belirtmişti.

ABD başta olmak üzere tüm dünyanın farklılıkları bir yana bırakıp, benzerlikleri yüceltmekten bahsettiği bir dönemde, "Anlaşmazlıkların Ötesinde Müzik" konseri gerçekten anlamlı bir etkinlik.

IKV Başkanı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu: "Serbest dolaşımda kalıcı kısıtlamalar tam üyeliğin dışında bir formüle uygun olabilir"

Avrupa Birliği genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn geçtiğimiz hafta Euractiv.com'a verdiği röportajda AB'nin Türkiye'ye yönelik endişelerini özetle üç başlık altında topladı. Rehn'e göre bu endişelerden birincisi, AB'nin daha fazla genişlemesi ile birlikte entegrasyonun da derinleşmesi. İkincisi Türkiye'nin üyeliğinin ve işçilerin serbest dolaşımının AB istihdam piyasasında yaratacağı sorunlar. Üçüncüsü ise kültürel ve dini farklılıklar.

Rehn'in görüşlerini değerlendiren İKV Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Halûk Kabaalioğlu, özellikle Türkiye'nin AB'ye üye olması durumunda işçilerin serbest dolaşımıyla ilgili 'geçiş süreci' ve 'kalıcı kısıtlamalar' öngörülebileceğine yönelik ifadelere değiniyor.

Rehn röportajında, kendi kişisel görüşünün "AB'nin 'genç ve iyi eğitilmiş Türk işgücünden faydalanacağı" yönünde olduğunu ifade ederken, AB'nin işgücü dolaşımında kısıtlamalara gidebileceğini, işçilerin serbest dolaşımı açısından geçiş süreci, hatta kalıcı kısıtlamalar getirilebileceğini söylüyor. Rehn, kalıcı kısıtlamaların Türkiye tarafından kesinlikle kabul edilmeyeceğini de ekliyor.

İşte Prof. Kabaalioğlu da bu noktada şu değerlendirmelerde bulunuyor: "Unutmamak gerekir ki kişilerin serbest dolaşımı AB'nin temelini oluşturan dört temel özgürlükten biridir. Ekonomik ve parasal birliğe ulaşmış derin bir ekonomik entegrasyonu içeren AB'de üretim faktörlerinin dolaşımında tamamen serbestlik olmalıdır. Aksi takdirde sadece malların ve sermayenin serbest dolaşacağı ama kişilerin veya hizmetlerin serbestçe dolaşamayacağı bir bütünleşme eksik ve adil olmayan bir bütünleşme olacaktır."

Prof. Kabaalioğlu, daha önce tam üye olan ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de serbest dolaşım hakkının yürürlüğe girişini erteleyen geçiş dönemlerinin olabileceğini söylerken, bu geçiş dönemlerinin tam üyelik tarihinden itibaren sekiz yıla, hatta belki biraz daha fazla uzatabileceğini, fakat kalıcı kısıtlamaların söz konusu olamayacağını ifade ediyor. Kabaalioğlu bu konuda şu yorumlarda bulunuyor:

"Bu alanda kalıcı kısıtlamalar olsa olsa tam üyeliğin dışında bir formüle uygun olabilir. Bu çerçevede Olli Rehn'in açıklamalarını değerlendirirken AB kamuoylarının hassasiyetini gözeten ve işgücü piyasası ve serbest dolaşım konusundaki yerleşmiş korku ve endişeleri yatıştırmayı hedefleyen bir yaklaşım olduğu düşünülmektedir. Nitekim röportajın genelinde Olli Rehn'in Türkiye'nin Birliğe katılımına verdiği destek ve bu doğrultuda AB içinde bazı çevrelerin takındığı Türkiye karşıtı tutumların haksızlığını her fırsatta vurgulaması müzakerelerin kesintisiz ve tam üyelik yolunda devam etmesi anlamında cesaret vericidir.

Esasen Türk vatandaşlarının AB'de serbest dolaşımı konusu AB üyesi devletlerin vize uygulaması nedeniyle Türkiye-AB ilişkileri halen de fevkalade olumsuz etkilemektedir. Türkiye AB ile Gümrük Birliği'ni gerçekleştirmiş ve katılma müzakerelerini sürdüren bir ülkedir, ancak AB'ye mal satan ya da mal alan Türk işadamları bu çerçevede iş bağlantıları kurmak ya da fuarlara katılmak için AB ülkelerine serbestçe gidememektedir. İşadamları, öğrenciler, akademisyenler gibi bazı özel kategoriler için vize kolaylaştırıcı uygulamalara geçilmesi uygun olacaktır."

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar