İşsizlik oranımız düşüyor da, ah o "ama"lar yok mu...

Alaattin AKTAŞ
Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ [email protected]

"İşsizlik oranımız mart ayında yüzde 10.6 düzeyindeydi, nisanda bir puanlık gerilemeyle yüzde 9.6'ya indi" demek doğru mu, doğru. Peki bu değerlendirme gerçekçi mi, hayır. Çünkü Türkiye'de işsizlik oranının mevsimsel bir çanak eğrisi çizdiği bu yıla özgü bir durum değil. Her yıl aynısını yaşıyoruz; işsizlik oranı ocak-şubat aylarında zirveye çıktıktan sonra gerilemeye başlıyor ve mayıs-haziran aylarındaki dip noktadan dönülüyor, sonra yıl ocak ve şubattan sonraki en yüksek düzeyde kapatılıyor. Bu hep böyle. Dolayısıyla işsizlik oranının bu yıl da marttan nisana bir puan gerilemesinde öyle çok sevinilecek, hele hele "İşsizlik belasının da üstesinden geldik" diye nutuklar atılacak bir durum yok.

Bazı verileri, ki işsizlik de bunların başında geliyor zaten, bir önceki dönemle değil, aynı mevsimsel koşulların geçerli olduğu bir önceki yılın aynı dönemiyle kıyaslamak gerek. Böyle yapınca karşımıza çıkan tablo hiç sevimli değil zaten. İşsizlik oranı bu yıl nisanda yüzde 9.6'ya indi inmesine ama, geçen yılla yapılan kıyaslama, 2014'ün nisanına göre 0.6 puan yukarıda bulunulduğunu gösteriyor. 

Üstelik işsizlik oranı yalnızca geçen yıldan bu yıla yükseliyor da değil ki... Nisan ayları itibariyle işsizlik oranı 2012'de yüzde 8.2, 2013'te yüzde 8.7, geçen yıl yüzde 9 düzeyindeydi. Yani düzenli bir artış var. 

Durum böyleyken şimdi tutup nasıl işsizlikte olumlu bir gelişme yaşandığını söyleyebiliriz ki... Dilin kemiği yok gerçi...

İyi ki çalışmak isteyenimiz az
Her ne kadar mevsimsel etkenlerle yüzde 10 sınırının altına inmişse de, öyle görünüyor ki işsizlik oranımızı kalıcı olarak tek hanede tutma şansımız yok. Belki haziran, en geç temmuz verisiyle birlikte işsizliğin yeniden artmaya başlayacağını ve yıl ortalamasında da tek hanede kalamayacağımızı göreceğiz.

İşsizlik oranımızın yüzde 10 dolayında salınmasını sağlayan etkenlerin başında da çalışmak isteyen sayımızın azlığının geldiği gerçeği var. Hani insan şunu düşünmeden edemiyor; "Ya bizde de çalışmak isteyenler, yani işgücüne katılanlar gelişmiş ülkelerdeki düzeyde olsaydı, halimiz ne olurdu" diye.

İşte OECD verileri ve bizim durumumuz. TÜİK'in dün açıkladığı nisan ayı verilerine göre, bizde işgücüne katılma oranı 15 yaş üstündeki tüm nüfus için yüzde 51.1 düzeyinde. Bu oran erkeklerde yüzde 71.2, kadınlarda ise yalnızca yüzde 31.4. 

İşgücüne katılma oranı, 15-64 yaş grubunda ise toplamda yüzde 55.8, erkeklerde yüzde 76.5, kadınlarda yüzde 34.9 düzeyinde bulunuyor.

İşte bu oranlar için "Neyse ki daha yüksek değil" diyoruz ya. OECD ülkelerinde 2014 yılı ortalamasına göre 15-64 yaş grubu için işgücüne katılma oranı toplamda yüzde 71.2, erkeklerde yüzde 79.7, kadınlarda yüzde 62.8 düzeyinde.

İşsizlik yüzde 35 olurdu
Şimdi, 15-64 yaş ve 15 yaş üstü ayrıntısına fazla girmeden şöyle düşünelim. Bizde çalışabilir durumdaki her 100 kişinin yaklaşık 50'si, OECD ortalamasında ise 70'i çalışmak istiyor. Bizde bu 50 kişinin 45'ine iş bulunabiliyor, 5'i, yani yüzde 10'u işsiz geziyor.

OECD ortalamasında çalışmak isteyen 70 kişiden yaklaşık 65'ine iş bulunabiliyor, onlarda da 5 kişi, ama yüzde 7.5 işsiz kalıyor. 

Bizde 100 kişinin 50'si değil de 70'i çalışmak istese ne olurdu? Biz 70 kişinin 45'ine iş bulabildiğimize göre 25 kişi işsiz kalırdı. 

Yani bugünden yarına olmaz tabii ki ama, bizdeki işgücüne katılma oranı da OECD ortalaması düzeyine çıksa, ama iş bulabildiklerimizin sayısı aynı kalsaydı, işsizlik oranımız yüzde 35-36'ya fırlardı. 

Altını bir kez daha çizelim. Ne işgücüne katılma oranı bugünden yarına yüzde 50'lerden yüzde 70'lere fırlar, ne de bu artış istihdam sabit kalıyorken söz konusu olur. İşgücüne katılma oranıyla istihdam biraz da paralel gider. Ama, biz işsizlik oranımızın batılı bazı ülkelerden daha düşük olduğunu söylerken, bununla övünürken, hiç olmazsa arada bir işgücüne katılma oranına da bakalım. 

Bakalım ki OECD ülkeleri arasında işgücüne katılma oranının en düşük düzeyde kaldığı ülkenin Türkiye olduğu gerçeğini görelim.

Bu oran, İzlanda, İsviçre ve İsveç'te yüzde 80'in üstünde. Hani battı dediğimiz Yunanistan var ya, oradaki işgücüne katılma oranı bile yüzde 67 düzeyinde. Tamam, Yunanistan'ın işsizlik oranı da yüzde 27 gibi çok yüksek bir düzeyde bulunuyor; ama unutmayalım, OECD için yaptığımız hesabı Yunanistan'ın oranlarına uygulayarak yaptığımızda bizdeki işsizlik oranı komşumuzdaki oranı bile geride bırakıyor.

Yani biz yatıp kalkıp, "çalışabileceği halde çalışmak istemeyen nüfusumuza" dua edelim.

Üniversitelilerimizin durumu   
İşgücü istatistiklerinin her açıklanışında mutlaka baktığımız bir detay var; üniversite mezunlarının işsizlik durumu. TÜİK verilerine göre, nisan ayı itibariyle tam 600 bin üniversite mezunu iş arıyor.

600 bin üniversitelinin 247 bini erkek, 353 bini kadın. Yaşı 20-24 arasında olan ve iş arayan 182 bin kişinin çoğunun henüz yeni mezun olduğu gerçeğini dikkate almak gerek. Ama ya yaşı 25-34 arasında olan 286 bin kişi? Ya 35-54 yaş arasındaki 112 bin kişi?

Üstelik atama bekleyen öğretmenlerin de bu verilere dahil olduğu gerçeğini düşününce sanki üniversite mezunu olarak iş arayanların çok daha fazla olduğu da akla gelmiyor değil. 

Bu büyüme, bu yükü kaldırmıyor
Türkiye, en yetkili ağızlarca da ifade edildiği gibi büyümede yıllardır patinaj yapıyor. Hatta, kişi başına gelir bazında düşünülürse, bu yıl patinaj bile yapamayacak ve geri gideceğiz. 

İşsizliğin mevsimsel etkenlerle yaz aylarında düşmesinden memnuniyet duyuyor ve avunuyoruz. Kalıcı iş olanakları yaratacak sanayileşme hamlesinin ise çok uzağındayız. Ama ne yazık ki bunun üstünde kafa yorduğumuz bile yok. Günü kurtarma çabası, her şeyin üstünü örtüyor; örtüyor da nereye kadar. 

İşte en az 600 bin üniversiteli boşta geziyor. İşte çalışmak isteyenlerimizin sayısının azlığı sayesinde yüzde 10'larda ancak tutabildiğimiz bir işsizlik oranımız var. Bu oran, Suriyeli mültecilerle her geçen gün daha da artacak, normal eğilim bozulacak belki de. Bu denge nasıl değişecek; inşaat yaparak mı, yol yaparak mı; yoksa gerçek bir sanayileşme hamlesiyle mi. Çalışmadan bir şeyler kazanan, bir şeyler elde eden toplum da sanayileşmeymiş, kalkınmaymış pek umursamıyor ya. Aslında temel sorunumuz da bu. Kim, kısa vadede daha çok verecek, ne yazık ki toplum ona bakıyor. Toplum tercihini çocuklarının geleceğini, onların nasıl iş bulabileceklerini gözeterek yapsa, sorunlarımızı büyük ölçüde geride bırakmaya başlayacağız zaten.  

yazar-foto-001.png

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar