İsrail Türkiye ilişkilerinde kritik bir nokta: savunma teknolojileri
İsrail'in Akdeniz'de işlediği cinayet şu ana kadar milyonlarca Gazze ve Batı Şeria'lıya senelerdir yaşattığı baskı ve cinayetlerle karşılaştırıldığında maalesef devede kulak kalıyor. Yakın mesafeden, yüzü de dahil olmak üzere beş yerinden vurulan 19 yaşında bir lise öğrencisinin de dahil olduğu 9 cinayet ve çok sayıda yaralıyla sonuçlanan saldırı ülkeyi yönetenlerin kafa yapısını ortaya koyduğu için önemli.
İsrail açısından en az onun kadar önemli olan şey Türkiye'yi artık iyice kaybetmesi. En azından 1492'den itibaren istikrarlı olarak dünyada yahudilere karşı uygulanan baskılara karşı istikrarlı olarak karşı durmuş dünyadaki tek güçtü Osmanlı İmparatorluğu. 1290'dan itibaren önce İngiltere, sonra Fransa ve İber yarımadasından tard edilen yahudilerin Avrupa'daki sığınaklarının Kuzey İtalya ile Güney Almanya'nın bazı şehirleri ve Polonya ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu olduğunu söylemek mümkün. Bu durumun Avrupa'da yahudi özgürleşmesinin başladığı 18. yüzyılda kadar devam ettiğinin de altını çizelim.
İsrail'i ilk tanıyan devletlerden olan Türkiye Cumhuriyeti de bu eğilimi devam ettirdi. Türkiye'nin İsrail'e uzun süre sadece bölgede değil dünyadaki en yakın müttefiği olarak muamale ettiğini söylemek mübalağa olmaz; ilişkiler o kadar yakındı ki Türk subaylarının ABD'deki İsrail lobi kuruluşları içindeki en bilinenlerinden olan JINSA'nın bursluları olarak ABD'ye gönderilmelerinde beis görülmedi. Türk üniversitelerinde "İsrail aleyhtarı" görülmesi sebebiyle master tezleri reddedildi.
Bu yakınlık Ak Parti döneminde de 2008 yılına kadar devam etti. Peki ipler neden koptu?
Cevap Türkiye'de değil İsrail'de.
İsrail, kurulmasından itibaren "varoluş stratejisini" üç ayak üzerine oturttu.
Birincisi, önce Irgun gibi yahudi terör teşkilatlarının (1977'de İsrail Başbakanı olan Menahem Begin'in terör örgütü Irgun'un lideri olduğunu unutmayalım) sonra da İsrail ordusunun eliyle evlerinden edilen milyonlarca Filistin'linin İsrail dışında bir o kadarının da temel haklardan mahrum olarak İsrail sınırları içinde tutulmasıydı. Buna paralel olarak, İsrail vatandaşı olmayan, Gazze ve Batı Şeria sakinlerinin kendi topraklarındaki su gibi temel kaynaklar üzerindeki tasarruf hakları sınırlanırken, bu iki bölgenin kendi hayatiyetlerini dış desteğe muhtaç olmadan sağlayabilecekleri bir ekonomi oluşturmalarının önlendi.
İkincisi, nükleer silaha sahip olunmasıydı. Nükleer silahsızlanma sürecinden ısrarla kaçınan İsrail bölgede İran'ın ve Suriye'nin nükleer silahlanma ihtimaline karşı ise büyük bir "haçlı" seferi yürüttü.
Üçüncüsü, başta ABD olmak üzere güçlü ülkelerde siyaseti ustaca yönlendiren lobi gücüydü.
Son dönemde, dış politikasını gittikçe aktifleştiren ve Sırbistan'dan Ermenistan'a etrafındaki ülkelerle köktenci ancak dengeli bir normalizasyon sürecine giren Türkiye'nin bölgeyi istikrarsızlaştıran en önemli sorunlardan birisi olan İsrail-Filistin meselesine duyarsız kalması beklenemezdi. Bu açıdan, Türk hükümetinin, kendi seçmeni açısından büyük risk alarak, 2008 mayıs ayında İsrail-Suriye ilişkilerini düzeltme gayretlerini son noktaya getirmesi uluslararası çevrelerde gayet normal karşılandı.
İsrail'in bu gayrete cevabı, görüşmelerin başarıya ulaştığı düşünülen noktada Gazze'ye karşı düzenlediği ağır saldırı oldu. İplerin koptuğu nokta, İsrail'in Türk Hükümeti ve hariciyesi nezdinde kazandığı bu "güvenilmezlik" mesajı oldu. Saldırının İsrail'in iç politika alanında, barışı istemeyen unsurlarca tetiklenmesinin bir mazeret kabul edilemeyeceği açıktı.
Yüzyıllara yayılan dostluk ve yıllara dayanan müttefiklik olan bir ülke, bu "güvenilmezlik" tecrübesine ilave olarak Türkiye'ye "ilk fırsatta" kanlı bir reaksiyon veriyorsa (ya da tabiri mazur görün - ilk fırsatta "satıyorsa") Türkiye ne yapmalı?
Bana sorarsanız Türkiye'nin bu olaydan alması gereken ilk ders savunma stratejisini en temelden gözden geçirmek olmalı. İsrail bütçesine destek olarak yapılan çok sayıda askeri alım Türkiye'nin savunma sistemlerini çok riskli hale getiriyor. Ülkemizde uçak aviyonik sistemlerinden radarlara kadar İsrail teknolojisinin kullanıldığını hatırlayın. Bu sistemler kurulurken, hizmet veren İsrail'li firmaların (en önemlileri devlet firmalarıdır) iki ülke arası olası bir savaşı düşünerek bazı tedbirler almadığını düşünmek saflık olur. Bu kritik riskin Türkiye açısından hızla hafifletilmesi gerekiyor.
Son söz: riskleri belirleyemeyen ve iyi idare etmeyen bir ülkenin bağımsız ve güçlü olması mümkün değildir; siyasi ve ekonomik bağımsızlık savunma teknolojisindeki bağımsızlıktan geçer.