İşin sırrı otodidakt olmakta!
Kitaplarımda anlattım. Yirmi yıl teknoloji sektöründe üst düzey kurumsal yöneticilik yaptıktan sonra kendimden ‘yeni bir ben’ yaratırken kullandığım dönüşüm modeli T-İnsan’laşmak oldu. Ve bunu yaparken de yoğun biçimde ‘Otodidakt’ öğrenme tekniğini kullandım. Hala da yoğun biçimde kullanıyorum…
Önceleri yaptığımı “Şimdi otodidakt olacağım” diye isimlendirememiştim. Daha doğrusu öğrenme yöntemimin otodidaktik bir eylem olduğunun farkında değildim. Yıllar sonra T-İnsan kitabım için araştırmalar yapıp yazarken ve modeli tam aktarmaya çalışırken “Eee ben otodidakt bir Fütüristmişim” aydınlanması yaşadım. “Hah, bu işte!” dedim. Hani yabancıların “ Aha moment” dedikleri şeyi hissettim.
Ve kesin olarak anladım ki kendimi değiştirir, başka bir Ufuk’a dönüştürürken bana en çok yardımcı olan şey, otodidakt olmamdı.
Otodidakt nedir?
Otodidakt; Latince, Auto=Kendi ve Didaktikos=Öğretim kelimelerinden türemiş. Düşünerek, derinleşerek, hazmederek kendi kendine öğrenme şeklini anlatıyor. Herhangi bir okula, eğitim siste- mine bağlı olmaksızın bireysel çabalarla, kendi kendine düşünmelerle, araştırmalarla, tartışmalarla, denemelerle, çalışmalarla, kısacası her kanaldan ve katmandan öğrenme hali...
Otodidaktlar çok ama çok düşünerek, kütüphanelerde, web sitelerinde, portallarda, aplikasyonlarda, seminerlerde araştırmalar, tasarımlar, deneyler, egzersizler, vb. yaparak belirli bir konuda, özellikle de bir alanda limitsiz derinleşiyorlar. Geliştirdikleri bilgi ve deneyimi klasik, sınırlı eğitim sürelerinde ve yapılarında edinmek mümkün olmadığı için okuldan, arkadaşlarından, yakınlarından, uzmanlardan, her ama her yerden öğrenme gayret içinde oluyorlar. Bolca mentorluk, rehberlik yardımı, hizmeti alıyorlar.
Otodidaktlar için her yer okul, her şey bilgi, her deneyim kazanç...
Her yerden, her kaynaktan bilgi emiyorlar, süzüyorlar, evirip çeviriyorlar, kopyalıyorlar, geliştiriyorlar, dönüştürüyorlar. Kendilerini belirli bir sisteme bağlı olmak zorunda hissetmiyorlar. Hissetseler de oralarda tatmin olamıyorlar. Hiçbir şey onlara tam anlamıyla yetmiyor. Ağızlarından “Tamam, öğrendim ben bunu, uzmanım artık” lafı pek çıkmıyor. Onlar ancak “Biraz daha iyi öğrendim” diyebiliyor ve zaman zaman da bu tevazuları yüzünden epey haksızlığa uğruyorlar.
Kısacası Otodidaktları bilinenler değil, bilinmeyenler, daha ne olabilirler, ya olursalar ilgilendiriyor... Bu soruların peşinden koşuyorlar…
Onların tek kilitlendikleri şey hakkında sınırsız bilgi edinmek istedikleri konu, alan oluyor. Ötesi ise otodidaktları pek ilgilendirmiyor... Kısacası öğrenme tutkuları hiçbir engel tanımıyor, mazeret kabul etmiyor, durmuyorlar… Ve kabullendiğimiz doğruların aksine, pek çok içeriği aslında bu otodidakt profiller geliştiriyor, zenginleştiriyor. Çünkü onlar yayınlar yapıyor, itirazlar ediyor, yorumlar yazıyor ve sürekli tekerleğe çomak sokarak, pişmiş aşa su katıp, bilimin şüpheciliğini en üst seviyelerde yaşayarak gelişimi zorluyorlar...
İnsan en yalın bilgidir...
Otodidaktizmden ilk kez 1160’larda Endülüslü filozof Abu Baker İbn Tufayl’in felsefi romanı Hayy’da bahsedilmiş. Marakeşli vahşi bir çocuğun kendi kendine çeşitli aletler geliştirerek doğayla mücadelesinin anlatıldığı hikâyede “İnsanı geliştiren toplum ya da onun sözleşmeleri değil, kendisidir” vurgusu dikkat çekiyor. Odak noktadaki yaklaşım “İnsan en yalın bilgidir” oluyor.
Tarihte bilinen en önemli otodidaktlardan biri Leonardo da Vinci. Benim yakından tanıdığım iki üç örnek Jacque Fresco ve Dr. Sadeg Faris. Her ikisi de öyle çok fazla sistemli eğitimden geçmemiş ancak en bilinen üniversitelerde dersler vermiş, ödüller, patentler almış dâhi denen bilim insanları. 21. yüzyılın en meşhur otodidaktlarından bir de mimar Tadao Ando’dur mesela.
Geleceğe ilerlerken pek çok şey öğrenmek, yetkinliklerimizi geliştirmek zorunda olduğumuz bu çılgın çağda aklınıza çip taktırmaktan başka ve daha iyi bir yol gelmiyorsa “Yaşasın otodidakt öğrenme, sürekli yeni beceri ve yetkinlik kazanma çağı!” diyelim mi?