İşin şeklini değiştirmek lazım…
İki hafta önce tekstil ve hazır giyim sektörünün sorunlarından bahsetmiş ve çözüm önerilerini sonraki haftalarda yazacağımı söylemiştim. O hafta bu hafta…Yazının başlığı da tekstil ve hazır giyim sektörünün temsilcileri ile yaptığım görüşmelerde en çok duyduğum cümleden geliyor: İşin şeklini değiştirmek lazım!
Küreselleşme ile başlayan süreçte ilk önce gelişmiş ülkelerin fason üretim üssü haline geldik. Bu çok doğru bir stratejiydi. Kişi başı milli gelirimiz düşüktü ve ucuz işgücü üzerinden rekabet edebiliyorduk. Anadolu Kaplanları da ilk önce İstanbul üzerinden daha sonra da kendi kabiliyetleri ile dünyadaki üretim zincirine dahil olabildiler. Hem sermaye hem de tecrübe biriktirdiler. Şu anda tekstil ve hazır giyim sektörü başta olmak üzere emek yoğun ya da düşük/orta teknolojili sektörlerde çektiğimiz sancının temel sebebi bizi zengin eden, bize üretimi ve ihracatı öğreten bu sürecin sonuna gelmiş olmamızdır.
Hangi hatalar yapıldı? Ne yapmalı?
Sektörün yapısal çözüm önerilerine değinmeden önce bir kez daha izlenen dezenflasyon programının maliyetinden bahsetmek gerekiyor. Herhangi bir mali disiplin sağlamadan, enflasyonu doğuran yapısal sorunları çözmeden, sadece talebi ve kuru baskıladığınız zaman enflasyonu düşürmenin maliyetini sabit gelirli vatandaşa ve reel sektöre yüklemiş olursunuz. Bir kez daha hatırlatalım: Türkiye’nin üretim deseni emek yoğun ve orta teknolojili sektörlerde yoğunlaşmış durumda. İhracatımız da bu sektörlerden geliyor. Dış talebin de olumsuz seyrettiği bu dönemde kuru baskılamak, mevcut üretim yapımız ve finansmana erişim sorunları dikkate alındığında doğru bir strateji değildir. Sorunlara finansçı gözüyle değil iktisatçı gözüyle ve bütüncül bir bakış açısıyla eğilmeliyiz. O yüzden ilk yapılması gereken, mevcut programın revize edilmesi olmalıdır.
Bizim sanayicinin aklı gözündedir; gözünün gördüğünü yapar…
Bu cümleyi başta Gaziantep olmak üzere birçok Anadolu kentindeki sanayiciden duyarsınız. Anadolu’da birçok sanayici aynı sektörde üretim yaptığı rakibinin ne yaptığına bakarak yatırım kararlarını verir.
Yine Gaziantep’ten örnek verelim: Pandemide dokunmamış (non-woven) kumaş ya da halı sektörlerinde şirketler birbirlerinin elde ettikleri kara bakarak bu iki sektörde gereğinden fazla yatırım yaptılar ve bir atıl kapasite oluştu. Tarımda yıldan yıla önemli üretim ve fiyat dalgalanmalarının görülmesinin nedeni de budur. Özetle, devlet aklının devre dışı kalıp sektörlerin yatırımları yönlendirmemesi sonucu zaten özkaynak sıkıntısı çeken özel sektör önemli problemlerle karşı karşıya kalıyor.
Yatırım ve istihdamın özel sektör marifetiyle yaratılması gerektiğine inanan biri olarak ısrarla DPT örneğini vermemin bir sebebi bu. O yüzden sadece tekstil ve hazır giyimin değil bütün sektörlerin yatırım kararlarını ve dönüşümünü doğru yapmasını istiyorsak planlama aklını yeniden hakim kılmalıyız. Örneğin tekstil ve hazır giyim sektöründe modernizasyon yatırımları dışında bir yatırımı desteklememeliyiz. Bu planlama aklına ayrıca teknoloji danışmanlığını da eklemeliyiz.
Özellikle emek yoğun ve düşük/orta teknolojili sektörlerde firma sahipleri ya da yöneticiler kısıtlı kaynaklarıyla doğru teknoloji yatırımını yapamayabiliyorlar. Üretim bandındaki bir problemi çözme konusunda teknoloji danışmanlığına ihtiyaç duyabiliyorlar. Bu yüzden de devlet aklının yine devreye girip teknoloji danışmanlığı konusunda da şirketlere yol göstermesi gerekiyor.
Stratejik ortak olarak Suriye
İlk önce Kuzey Irak’ın yeniden yapılanması sürecinde yapılan hatalardan ders çıkarmalıyız. Sonra da tekstil ve hazır giyim yatırımlarını Suriye’nin kuzeyine taşımak için kapsamlı bir eylem planı hazırlamalıyız. Yatırımlarını Mısır gibi ülkelere taşıyan sanayicilerle görüştüğünüzde lojistik ve gümrük süreçlerinden şikayet ettiklerini duyuyorsunuz.
Şimdi, hemen dibimizde, lojistik, gümrük ve diğer altyapı problemlerini çözüp düşük teknolojili ve emek yoğun sektörlerimizi taşıyabileceğimiz bir fırsat doğdu. Üstelik buraya taşınacak yatırımlarda istihdam edilecek olan işgücünü de ülkemizdeki Suriyelilerden sağlarsak bir başka ve önemli bir problemi de hafifletmiş oluruz. Unutmayalım: Suriye’deki iç savaşta hayatını kaybedenlerden dolayı ülkenin insan kaynağına ihtiyacı var.
Dolayısıyla, emek yoğun sektörler için gerekli olan işgücü için ülkemizde geçici koruma altında yaşayan Suriyeliler önemli bir fırsat. Üstelik, doğru bir diplomasiyle, Suriye’ye yapılacak olan yatırımların, tıpkı Mısır ve Ürdün’de olduğu gibi, Nitelikli Sanayi Bölgeleri kapsamında yapılmasını sağlarsak, çok önemli bir ihracat avantajını da elde etmiş oluruz. Burada önemli olan, Suriye’yi siyasetin değil sanayinin bir oyun alanı olarak görmekten geçiyor. Özetlemeye çalıştığım bu dönüşüm hikayesi, Türkiye’de tekstil ve hazır giyim sektörünün markalaşması ve yarattığı katma değerin artması için gerekli adımların atılmaması halinde eksik kalacaktır.
Bunun için de nitelikli istihdamı sağlayacak mesleki eğitim kurumlarına ihtiyaç var. Geçen ayki yazımda bahsettiğim teknoloji kampüsleri projesi tam da bu amaca hizmet eden bir yapıya sahip. Bunun dışında tekstil sektörünün savunma sanayi ile beraber geliştireceği işbirliklerine ağırlık vermek, sektörün gerekli Ar-Ge altyapısını güçlendirmek ve teknik tekstil gibi alanlarda küresel ölçekte söz sahibi olmak için önemli bir adım olacaktır.
Sonuç olarak, bir sektörden vazgeçmek kolay. Yüksek faizle ve kuru baskılayarak kişi başı milli geliri gelişmiş ülkeler seviyesine, kısa süreliğine de olsa, çıkarmak cazip. Zor olan ise ekonominin ve özellikle reel sektörün sorunlarına sırt çevirmeden uzun dönemli politikalar geliştirmek. Ben bu politikaların bazılarını yukarıda özetlemeye çalıştım. Şimdi bazı ihracatçı arkadaşlarım “Hocam, bu yapısal sorunlara gelene kadar, benim vize sorunum var, DİR’in suistimal edilmesi var, menşei saptırma problemi var, enerji kesintisi var” derse de sonuna kadar hak veririm.