İşi sevmek meselesi
İnsan kaynakları ile uğraştığım için çok insan dinledim ve dinliyorum. En çok da şikâyet dinliyorum. İnsanlar patrondan şikâyet ederler, ücretten şikâyet ederler, çalışma arkadaşlarından şikâyet ederler, yemekten şikâyet ederler, servisten şikâyet ederler, müşteriden şikâyet ederler; ederler de ederler. Çoğu kez bütün bunların altında yatan en önemli neden, yaptıkları işten, esas işten hoşlanmamalarıdır. Kişi, esas yaptığı işi sevmemektedir. Bütün diğer şikayetler bundan kaynaklanan yan etkilerdir. Evet, şikâyet ettikleri konularda haklı olabilirler. Ama nasıl gülü seven, dikenine katlanıyorsa, yaptığı işi seven kişi de diğer yan etkilere katlanmalıdır.
Elli yıla yaklaşan çalışma yaşamımda hep yaptığım işleri sevdim ve sevdiğim işleri yaptım. Belki ben şanslı idim, ya da baştan seçimlerimi iyi yapmıştım. Teknik Üniversite’de bitirme çalışmamı danışmanım profesöre imzalatırken bana sormuştu: “Üniversitede kalmak istemez misin?” Ben de şöyle cevap vermiştim: “Hani tavşana sormuşlar, havuç sever misin diye. Tavşan da “Gülmekten cevap veremeyeceğim” demiş. İşte bu soru da benim için de öyle” deyip üniversitede kalmıştım. Evet başta ücret olmak üzere, üniversitede şikâyet edilecek bir sürü şey vardı. Ama esas işi seviyordum. Her gün yeni şeyler öğrenmek, araştırmak, ders hazırlamak, öğrencilerin karşısına çıkmak, onların dünyalarına girmek beni çok mutlu ediyordu. İşte benim gülüm bu idi, onun dışındaki her şeye katlanacağım diken olarak baktım.
Eğitici olarak geçen saatlerimi hep sevdim ve seviyorum. İnsan kaynakları yöneticisi olarak çalışırken de mutlu idim. Devlet sektöründe de çalıştım, özel sektörde de. Her zaman her şey güllük, gülistanlık değildi. Örneğin, çalıştığım yöneticilerin hepsi dünyanın en iyi liderleri değildi. Aralarında bir daha bir sofrada bile bir araya gelmek istemeyeceğim kişiler vardı. Ya da, bürokrasi maskesi altında karşımıza çıkan mantık dışı engeller vardı. Ama ben esas işimi seviyordum. Örneğin, biliyordum ki, mülâkat yaparak işe eleman alırken bankanın geleceğine karar veriyorum. Ya da bir eğitim programı planlarken, bu eğitimin bankanın beşeri sermayesini nasıl artıracağını düşündükçe zevkleniyordum.
İşin özü, yaptığın işi, esas işi sevmek; sevdiğin işi yapmak. Ama ülkemizde yaptığı esas işi sevmeyen bir sürü insan var. Örneğin, birçok insan kaynakçısı tanırım ki, kaynağını sevmiyor. Orman mühendisi ile konuşuyorum, Kazdağları’ndaki katliamdan söz ediyorum; sanki konusu dışında bir şeyden söz ediyormuşum gibi kayıtsız bakıyor. Yalan makinesine koysanız, hiçbir heyecan duymadığını ölçebilirsiniz. Çünkü orman mühendisi esas işi olan ağacı sevmiyor. Doktor, kapıdan gelen hastasına “Acaba benim banka hesabımı ne kadar kabartacak bu müşteri?” gözüyle bakıyor. Çünkü esas işi olan insanı sevmiyor. Eğer doktor esas işini sevse, hastane kokusunu bile özler.
Şimdi itirazları duyar gibiyim. “Ama hocam, bu ülkede kaç kişi var sevdiği işi yapan? Üniversitede bile istediğin bölüme giremiyorsun…” Dünyada hiçbir şey kolay değildir. Hep bir mücadele gerektirir. Kişi önce neyi sevdiğini bilmelidir. Sonra da bu sevdiği işe gidecek yolu döşemelidir. Bunun için de alın teri ve fedakârlıklar gerekir. Dünyanın hiçbir yerinde imkânlar kişilere gümüş tepsi içinde sunulmuyor. Belki zengin ve güçlü bir babanız veya kayınpederiniz varsa bu olabilir. Ama bunun da bir maliyeti olacaktır; o zaman da despot babanıza, ya da kayınpederinize katlanacaksınız. Eğer anneniz veya siz evlilik tercihinizi bu yönde kullanamamışsanız, geriye yaptığınız işi sevmek kalıyor. Başka seçeneğiniz yoksa, bulduğunuz seçenekle mutlu olmasını bileceksiniz. Ne demişler: Nikâhta keramet vardır.