İşgücümüz yarınlarımızdan bugüne düşen bir izdüşüm

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN [email protected]

Ekonomideki çalışanlarla işsizler, bir araya gelip işgücü bütününü oluştururlar. Ülkenin ve işletmenin, üretimine ya da işine doğrudan katılıp girdinin çıktıya erişimini temin ederler. Demek ki işin gerçekleşmesinde ve kazancın oluşmasında işgücü en temel oyuncudur. Bizim emeğe olan bakış açımızda iş ile güç asla bir bütünü paylaşamazlar, aynı fotoğraf karesine duramazlar. İş, bir güç içinde değil, güçsüzlük içindedir. Düğün nasıl kambersiz olmazsa hizmet, üretim, servis de işgücü olmadan olamaz. Dünya ekonomik forumu (WEF) rekabetçilik endeksinde 148 ülke arasında 2013’ü 130., 144 ülke arasında 2014’ü 131. tamamladık. İş gücü piyasamız, henüz küresel rekabet otoyoluna çıkamadı. Oysa pazar büyüklüğümüz 148 ve 144 ülke arasında 16. yerini korur. Pazar büyüklüğü, üretimde aktif ekonomiler için maliyet avantajı anlamına gelir. Dış satıma yönelik üretebilen ekonomiler, pazar büyüklüğünü ölçek ekonomisiyle küresel rekabette kullanırlar. Ancak bizdeki tüketim açlığıyla yüzde 66’sı ithalata dayalı ihracat bir araya geldiğinde, olsa olsa uluslararası kimliğiyle öne çıkan şirketlerin sofrasında yem olur. 

İşgücümüz 29 bin, çalışabilir nüfusumuz 57 bin ve işgücüne katılım oranımız yüzde 51.2 kadardır. Sorun reel işgücü kazancındaki yetersizliktir. Bu kazanç, enfl asyondan arındırılmaya görsün, kuş gibi bir şey kalmaktadır. 20081Ç-20142Ç periyodundaki saatlik reel kazançların yıllık değişimleri, yüzde 1- yüzde 1.05 arasına sıkışmıştır. İşte tüm bu değişimler saatlik işgücü reel kazancının iki temel özelliğini öne çıkartıyor. Tasarruf edilebilir düzeyli değillerdir. Enflasyonun her yükseliş eğilimini sert düşüşlerle karşılarlar. Bu da gösteriyor ki enflasyon önce işgücünü, sonra sermayenin eşitçe dağılımına en önemli engeldir. Düşük reel işgücü kazancı, tasarruf yetersizliğimizin nedenlerinden sadece birisidir. Atasözümüz, “kambersiz düğün olmaz” der. İşgücü de sermayenin kamberidir (sadık kölesidir). Kazancın olmazsa olmazıdır. Oysa iş güvencemiz, varla yok arasında gidip gelen bir sarkacı andırır. İş sağlığı ve güvenliği kanununun 2012’de yürürlüğe girmesiyle, kanun boyutundaki sorunlar çözüldü. Oysa çözümü bekleyen şu dört köklü sorun, dönüp dolaşıp uygulamadaki kararlılığa dayanıyor. 
a) Düşük reel işgücü kazancına yüksek iş ve işçi sağlığı primleri bir külfet olabiliyor. 
b) Çalışan işçi sayısı 10’un altına düştüğünde kayıt dışılık oranı hızla artıyor. 
c) Ekonomideki toplam istihdamın 1.300.000’i inşaat sektöründe yer alıyor. Bu sektörde her yıl 59.800 kişi, diğer bir ifadeyle yüzde 4.6’sı iş kazası geçiriyor. Bu sonuçlara çaprak anket sorularıyla ulaşıldığı için, güvenilebilir düzeyde verilerdirler. 
d) İşletmelerin toplam maliyetlerindeki sabit, değişken kırılımı dış kaynak kullanımıyla değişkenin lehine artırılabilmektedir. Böylece maliyet, değişken boyutuyla öne çıkarken, iş riskini en aza indirmekte ve karlılığı artırmaktadır. 

En saygın inşaat projelerinde, en saygın kurumlarda dahi güvenlik zaafl arıyla karşılaşabiliyoruz. Asansör kazasında ölen 10 kişi, bizi uyumakta olduğumuz derin uykudan uyandırdı. Max-Neef and Smith, “Economics Unmasked” kitabında “sermaye emeği yönetmek ve onunla uyum içinde olmak ister. Emekse ezilmemek. Bunlardan dürüst olan hangisidir derseniz, kuşkusuz yanıt emek olacaktır. Servet miras ve gelirden ibaret bir birikimdir. Gelirse emek ve sermaye bileşenlerinden ibarettir. Dinamik sermaye sağlıklı büyümenin ön koşuludur. Dinamik sermaye, toplam ekonomide bir yerlere yığılarak gelişir. Öyleyse kapitalizm nasıl eşitlikçi olabilir? Eşit duruşun kaybolduğu düzlem, demokrasiyle kapitalizmin çatıştığı uzayda yer alır. Demokrasi tılsımını kayırmacılığa, ayrımcılığa, yandaşlığa göz açtırmayarak; eşitliğe erdemliliğe çanak tutmayarak bulur. Bu tılsım aslında, demokrasinin temel dayanağı olan meritokratizmden başka bir şey değildir. 

Demokrasinin toplumlarda yer edinmesi 300 ila 500 yıl arasında bir periyoda dayanıyor. Sermaye kendi haklarını ve standartlarını oluşturabiliyorken bunu emeğin yapamıyor olması bir kültür gereksinimini işaret ediyor. Çin atasözü bu konuda bize ne kadar çok iş düştüğünü özetliyor: “Geçmişinizi bilmek istiyorsanız, bugünkü şartlarınıza bakın; eğer yarınlarınızı görmek istiyorsanız da, bugünkü yaptıklarınıza bakın.”

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar