İşçilikte pahalı ülke olmak avantaj mı, dezavantaj mı?

Dr. Hakan ÇINAR
Dr. Hakan ÇINAR SIRADIŞI [email protected]

Asgari ücret her ne kadar 8.506 TL diye telafi edilse de yemek ve yol maliyetlerini katmadığımızda dahi işverene maliyeti 628 dolarlar seviyesinde. Euro cinsinden baktığımızda ise bu rakam 592 euro düzeyinde. Şimdi dünyadaki bazı ülkelerdeki asgari ücretlerin işveren maliyetlerine bir göz atalım:

Avrupa’nın pahalılığı ile bilinen ülkelerinden Lüxemburg’da brüt maliyet 2.313 euro, Belçika’da 1.842 euro, Almanya’da 1.744 euro, ABD’de 1.210 euro, Slovenya’da 1.074 euro, komşu Yunanistan’da 831 euro, Malta’da 792 euro, Estonya’da 654 euro, Romanya’da 516, Macaristan’da 503, Sırbistan’da 402, Bulgaristan’da ise 363 euro. Şuana dek hep Batı’daki rakamlara baktık, biraz da Doğu’ya göz atalım.

Örneğin Çin’de asgari ücret 401 dolar seviyelerinde iken, nüfusu Çin’i yakalayan Hindistan’da bu rakam brüt 275 dolarlar seviyesinde.

Yine doğudan bir örnek daha vermek gerekirse, Malezya’da da rakam 300 dolar civarında.

Tabloya baktığımızda bizdeki maliyetin, emek yoğun ülkeler ile kıyaslandığında iki katına doğru yaklaştığı görülebiliyor.

Kurdaki sabit seyir devam ettiği ve enflasyon önlenemediği sürece de aslında işçilik maliyetimizin daha da yukarılara doğru gidileceğini izleyebiliyoruz.

Almanya’da asgari ücret 1.855 dolar

Şimdi baktığımızda sanayi yoğun bir ülke olan Almanya’da asgari ücretin maliyeti yaklaşık 1.855 dolar seviyesinde iken, emek yoğun bir ülke olan Çin’de bu rakamın 401 dolar oluşu, yani neredeyse beş kata yakın bir fark olması bir hayli dikkat çekici.

Aslında iki ülkenin sanayileşme ve elbette demografik yapısını incelediğimizde tabloyu analiz edebilmek çok da zor değil.

Almanya’nın yarattığı markalar, ürüne kattığı değer ve dış ticarette kg. bazında ürün değerinin ne denli yüksek olduğunu göz ardı etmek mümkün değil.

Şimdi şöyle bir paradoks ortaya çıkıyor ister istemez. İşçilik ücreti yüksek, katma değerli ürün üreten, markalarıyla da bunu destekleyen bir ülke olarak mı rolümüzü belirlemeliyiz; yoksa ucuz iş gücü ile mevcutta var olan ağırlıklı fason üretici olma rolümüzü mü devam ettirmeliyiz? Bu soru son derece kritik. Asıl önemli olan, bu konuda bir stratejimiz var mı? Zira mevcutta işçiliğin bu denli yüksek seviyeye gelmesinin yükselen enflasyona dayalı olduğunu ve stratejik olarak belirlenmiş bir durumla oluşmadığını biliyoruz. Ama bu oluşturmamıza gerek yok sonucunu da doğurmaz elbet.

Emek daha değerli hale gelmeli

Ben durumu kilolu bir insanın hızlı kilo verip daha sağlıklı hale gelmeye çalışmasına benzetiyorum.

Elbette bunun için izlenecek yolların varlığını kabul etmek gerekiyor, diyetle, yavaş yavaş kilo vermek, bunu sporla desteklemek vs. Ani bir kilo kaybının yaratacağı birçok olumsuz durumu göz ardı edemeyeceğimiz gibi, işçilik maliyetlerimizin bir anda bu denli yükselmesini de göz ardı etmemiz de yönetebilmemiz de mümkün görünmüyor.

Gerek tekstil sektöründen, gerekse emek yoğun diğer sektörlerden ihracatta önemli oranda olumsuz sinyallerin geldiğini belirtmeliyim.

Bu durum ihracat kaybına sebebiyet vermeye başladı bile ki rakamlar da yakında bu durumu ortaya koymaya başlayacak. Orta ve uzun vadede, sağlıklı olanın yukarıda tarif ettiğim gibi, emeği daha değerli hale getirerek, katma değeri yüksek ürün ihraç etmek ve markalaşmaktan geçtiği muhakkak.

Aslında zaten aksini söylersem, kendimle çelişir, benim markam olan ÜMİT’in de arkasında duramam. Üret, Markalaş, İhraç et, Teknolojiyi kullan.

Ancak şu kısa dönemde bir anda işçilik maliyetlerinin bu denli yükselmesi sanayicilerimizi zor duruma sokmakta ve biraz daha bu durum devam edecek görünüyor.

Hal böyle olunca kuru baskılamak mı daha doğru, yoksa olması gereken değere taşımak mı iyi düşünmek lazım. Artan maliyetle üretimde yaşayabileceğimiz kayıplar, telafisi her daim güç kayıplardır. Hele ki bir de bu işin ihracata etkisi düşünüldüğünde, kur konusunun ivedi olarak gözden geçirilmesi gerektiğine olan inancım daha da artıyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar