İşbirlikleri
Geçtiğimiz hafta işletme kaynakları konusunda kehanet yazıları dizisine stratejik ortaklıklar ve işbirlikleriyle devam etmiştim. Aslında bu hafta literatürde pek de iyi anlatılmayan stratejik ortaklıklar ve işbirlikleri konusunun kavramsal bir çerçevesini tartışacaktım. Bir okur fikrimi değiştirdi. Bu hafta işbirliklerinin kültürel boyutuna Türkiye bağlamında bir dokunmak istiyorum. Bu konu kültürel antropologların ve sosyologların işi olduğundan uzmanlardan özür dilerim. Sürçü lisan edersem affola.
Çok sevdiğim bir öğrencim, yardımcım ve hanım meslektaşım daha öğrenciyken yine çok sevdiğim Adanalı bir gençle hayatını birleştirdi. Ne yazık ki birbirimizi kaybettik. Artık nedense görüşemiyoruz. Müteahhit olarak iş yapan gencin (artık kimse genç değil öğrencim de profesör oldu) rahmetli babası Adana’nın saygın iş adamlarından biriydi. Düşmez kalkmaz bir Allah; iflas etti. İflas etmesine rağmen çoluğunun çocuğunun oturduğu ev dahil elinde ne kaldıysa sattı savdı ve alacaklılarına, özellikle yerel alacaklılarına borçlarını sıfırladı. Vefatında çocukları işe sıfırdan başlamak zorunda kaldılar. Babalarının eski alacaklıları babanın ticari ahlak jestini unutmamışlardı. Büyük oğluna işe başlaması için karşılıksız kredi verdiler ve yardımcı oldular. Anlaşma için tokalaşmak yeter dediler. Bu bizim birbirimize anlattığımız ‘ideal’, olmasını arzuladığımız vefa ve dürüstlüğün ödüllendirilmesine dayalı kültürümüz. Bizim kültürümüz bu mu?
Peki kültürümüz hakikaten böyle mi? Bakın bir okur ne sormuş (yazıyı kısmen alıyorum):
Bahsettiğim konu: "Dayanışma Ruhu". Bir okul mezunları arasında olmayı bırakın, hemşeriler arasında, aynı kültürü paylaşan insanlar arasında dahi dayanışma kuramadığımızı düşünüyorum. Dayanışma ve yardımlaşmayla ileri giden kültürlerin başarılarını gördükçe de bunu kendimizde nasıl sağlayabileceğimiz konusunda kafa yoruyorum. Bir yazı konusu olarak 'Dayanışma Ruhu' meselesini işleyebilir ve bu konudaki tecrübe ve görüşlerinizi paylaşma imkanını verebilirseniz çok mutlu olurum.
Kayseri’de iş adamlarıyla yaptığımız bir söyleşide “İş ortağından kazık yiyen kaç kişi var aranızda?” diye sorduğumda salonda bulunan yüzü aşkın kişinden neredeyse yarısının el kaldırması beni şaşırtmadı. Söyleşi sonrası daha küçük bir gurup “Niye sordunuz” diye ilave bir söyleşi istediler. Yaptık. Bu da bizim “Yoktur canım. Biz öyle değiliz” dediğimiz, öyle olmasından rahatsızlık duyduğumuz, yok varsaydığımız ihanetin kolay olduğu kültürümüz. Aynı konuyu kıymetli dostlarım Osman Arolat ve Hakan Güldağ ile yaptığımız bir sohbette dile getirmiştim. Hatta Arolat bir yazısında orada yaptığım analizi kendine has yaratıcı bir üslupla Türklerin DNA’sı deyimini kullanarak nakletmişti. Bizim kültürümüz bu mu?
Hani bildiğinizi sandığım bir Türk çukuru fıkrası vardır. Cehennemde her millet bir ayrı ateş çukurunda cezasını çekiyorlarmış. Her çukurun başında zebaniler çıkıp kurtulmaya uğraşan günahkarları mızraklarıyla geri itiyorlarmış. Bir çukurun başında zebani yokmuş. Neden diye sormuşlar zebani “Gerek yok orası Türk çukuru. Biri çıkmaya çalışırsa öbürleri paçasından geri çeker” demiş. Bu da haset temelli bir kültürel öğe. Bizim kültürümüz bu mu?
1970’li yıllarda North Carolina State University’de akademik kariyerime başladım. Daha doktora talebesiyim. Sınıf büyük ve kalabalık. İlk dersimde “Sıraların üstüne ayak koymak, sınıfta yemek içmek ve çiklet çiğnemek yok” diye açılış yaparken bir öğrenci benim de duyabileceğim şekilde “Türk ordusu geldi” diye kinayeli bir laf etti. Ben nasıl tepki vereyim diye düşünürken, en ön sırada oturan asker traşlı, kırklarında olduğunu sandığım bir diğer öğrenci ayağa kalktı ve azarlarcasına “Sen Türk askeri hakkında ne biliyorsun? Ben Kore’de onlarla beraber savaştım istersen sana anlatayım” diyerek beni de o öğrenciyi de ne diyeceğimizi şaşırır hale getirdi. Ben daha gencim, ilk deneyimim, asker çocuğuyum, asker torunuyum, dokunsanız zırlayacağım. Neyse idare ettim. Dersten sonra o şahıs yanıma gelerek ordudan terhis sonrası hükümet yardımı ile tekrar üniversiteye başladığını söyledi. Ve Kore savaşında Türk askerlerinin özellikle esir düşenlerin esir kamplarında şimdi anlatsam gözlerinizi yaşartacak inanılmaz dayanışma ve yardımlaşma hikayelerini anlattı.1 Birbirini kollayan, korumak uğruna her türlü fedakarlığı yapmaya hazır, sağdık, merhametli fakat bir o kadar da cesur bu kadar çok insanı bir millet nasıl yetiştiriyor diye de sordu. Bizim kültürümüz bu mu? İşe aldığımız, altında, beraber çalıştığımız insanımızın kültürü ne? Geleceği inşa edeceğimiz, işbirliği yaparak inşa edeceğimiz insanımız kim?
Sağlıcakla kalın
(1) Ünsal Sigri, Kadir Varoglu&Yavuz Ercil, Dynamics of Organizational Behaviour: The Case of the Turkish Military in the Korean War, 2010 http://www.resmilitaris.net/ressources/10123/64/7_res_militaris_article_sigri_texte_inte_gral.pdf