İsabetsiz ve ayıp!
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemi tarihini hepimiz biliriz. Batı karşısında sıradanlaşan yenilgiye çare aranırken, bir grup değişmeye, Batılılaşmaya ihtiyaç olduğunu, karşı bir grup da gerilemenin gelenekten kopuştan kaynaklandığını ileri sürmüştür.
İmparatorluğun son yüz yılı, dış mücadeleler kadar, farklı kurtuluş reçeteleri öneren kampların aralarındaki mücadelelerle geçmiştir. Gelişmeler, geleneklere dönülmesini savunanların görüşlerinin iflası ile sonuçlanmış, varlığını sürdürmeyi beceremeyen imparatorluğun yerini cumhuriyet almıştır.
Şayet değişme yanlıları yenik düşselerdi, acaba kaderimiz ne olurdu? Bilinemez ama güçlü cumhuriyet yerine Batı'ya tabi, zayıf bir Ortadoğu ülkesinde yaşamamız muhtemeldi.
Değişen koşullar, sadece toplumları değil, örgütleri, bireyleri değişmeye zorluyor. Yeni koşullara uyum sağlamayı becerebilenler varlıklarını sürdürüyor, güçlenebiliyor. Bunu beceremeyenler zayıflıyor, küçülüyor, varlıklarını kaybedebiliyorlar. Durum bu kadar açıkken, değişime direnmek, eskinin iadesini istemek rasyonel gözükmüyor.
Öyleyse, insanlar neden değişime karşı direniyor, eskiye dönmek istiyorlar? Nedenler muhtelif. Bir kere, insanlar yaptıkları işleri alıştıkları kalıplar içinde yürütmenin kolaylığını severler. Alışkanlıkları kırmak zahmetlidir, gayret gerektirir. Sonra, değişmeye yönelmek, sonuçlarını önceden kestiremediğiniz bir yola girmek demektir, işler rast gitmeyebilir. Mevcut durumun muhafazası, değişmenin sonuçlarının kestirilemezliği karşısında cazip gözükür.
Açıklama gücü yüksek bir üçüncü husus daha var. Değişim mutlaka toplumdaki güç dağılımını etkiler. Mevcut durumda güçlü olan bazılarının gücü azalır, diğerlerinin artar. Tabii, burada güç derken, bunun kişilere veya topluluklara sağladığı imkanları, fırsatları, ayrıcalıkları da unutmamak lazım. İnsanlar bulundukları durumdan daha kötüsüne gitmeyi arzulamamaları kadar doğal bir tavır olamaz.
Maksadımın sosyal değişme konusunda teorik bir tartışma açmak olmadığını tahmin etmişsinizdir. Ana muhalefet partimizin yaşadığı tartışmalardan yola çıkarak bir durum değerlendirmesi yapmak istedim.
Türkiye siyasi rekabete geçtiğinden beri ciddi bir muhalefet sorunu yaşıyor. Seçmen iktidara genellikle CHP dışında bir parti getiriyor. İktidardaki parti(ler) pek başarılı olmasalar dahi, seçmen CHP'ye, onu tek başına iktidara getirecek kadar güvenemiyor. CHP ancak koalisyon ortağı olabiliyor. CHP, 1950'denberi çoğunluk oylarını alarak tek başına iktidar olma şansını yakalamış değil. Son yıllarda seçmen katındaki başarısının (!) genellikle geçmişi aratacak düzeyde seyrettiğini de unutmayalım.
CHP'nin başarı eksikliği pragmatik siyasetin egemen olduğu demokrasi ortamında ideoloji ağırlıklı, seçmenin güncel ihtiyaçlarına duyarsız, daha ziyade devlet kurumlarını kullanarak sonuç almayı öngören yaklaşımından kaynaklandı. Son lider yenilenmesiyle parti ilk defa insanların günlük sorunlarına daha yüksek duyarlılık sergileyen, seçmene gitmekten kaçınmayan bir yola girdi. Çözüm üretme gayreti sergiliyor. Sandıkta da hissedilir bir ilerleme kaydetti.
Değişime uyum sağlamakta güçlük çekenler, bu gelişmeyi küçümsüyor, eski günlere dönme çabasına girmiş bulunuyorlar. Böylece Türkiye'yi inandırıcı muhalefetten yoksun bırakmak konusundaki başarılarını herhalde tekrarlamak istiyorlar. Bunu hangi geçmiş başarılarına istinaden yapmak istediklerini bilmiyorum ama yaptıklar isabetsiz ve ayıp.