İŞ'LE Buluşmalar Malatya toplantısında
Ayrıntı bilenler "iyi yönetim" kavramının bileşenleri arasında "kendinle baş etmeyi" ilk sıraya koyarlar.
İŞ'LE Buluşmalar Malatya toplantısına hazırlanırken, arkadaşlarıma "Başkalarına üretkenlik, etkinlik, verimlilik ve daha yüksek değer yaratma önerisinde bulunuyoruz, önce yaptığımız işin üretkenliğini, etkinliğini, verimliliğini ve kattığı değeri sorgulayalım" önerisini yaptım.
Önerime içtenlikle katıldılar; kendimizi zihnimizde ve vicdan terazimizde "meşrulaştıran" temel değerler sistemimizi, varsayımlarımızı ve zihni kurgularımızı sorguladık.
Ortak aklın enerjisi ile yelkenlerimi şişirerek, Malatya'da konuşmaya, adını bile bilmediğim bir ozanın çağrısını anımsatarak başladım:
"Her sabah aynanın karşısında dur:
"Kimim? Neyim? Ne ürettim ?" diye sor.
Vicdan terazinde aklanıyorsan;
Yola çık, çok çalış,aklın iyi yor."
Yaşam okulunun dersleriyle olgunlaşmış ozan " Ne oldum diye sor!" demiyordu…"Ne ürettim?" diye sormamızı öğütlüyordu.
Üreten birey, üreten topluluk ve üreten toplum olabilmemiz için, bugünün dünyasının çok belirgin özelliklerinin farkında olmalıyız…
Eğilimleri hep birlikte doğru okumalıyız:
Sahip olmanın ötesinde, var olmaya çalışmalı, alın terine sürekli akıl teri katmalıyız.
Sınırlı şeffaflığı aşarak, sınırsız şeffaflığa doğru ilerlemekten korkmamalıyız.
En saydam ortamlarda konuşmalı, tartışmalı ve düşüncelerimizi zenginleştirmeliyiz.
Konuşmak başlı başına önemli ama asıl önemlisi, neleri konuştuğumuz üstüne düşünmeliyiz.
Geleceği hangi kaynaklar ve değerler sistemi üzerinde inşa edeceğimizi bilmeliyiz.
Çağımızda zenginlik üretmenin odağında, yeraltı ve yerüstü kaynaklardan bolluğunun bulunmadığını; inanan, direnen, kendine yatırım yaparak eğiten, düş kuran ve düşlerinin peşinde koşan insanın bulunduğunu akıldan çıkarmamalıyız.
Verimin 100 kat artırılması
Yüz yıl önce 1911'de bir dönümde 300 kilogram salatalık üreten çiftlikte verimin 70 yıl önce 1941'de 1000 kilograma, 50 yıl önce 1961'de 3 bin kilograma çıktığını, bugün 30 bin kilogram düzeyine çıkmanın ardındaki temel girdinin Ar-Ge'ye dayanan bilgi ve teknoloji olduğunu hep aklımızın en müstesna yerinde tutmalıyız.
Son 200 yılda üretkenliğin artmasını hızlandıran "teknolojik girdinin" üretkenlik artışı kadar istihdam yaratmadığını, alternatif tepki stratejilerimizin neler olacağını netleştirmeliyiz.
Uzmanlığı olmayan ve mesleki nitelik kazanmayan insanların hızla üretim sisteminin dışına itildiğini bilerek hareket etmeliyiz; öngörme ve önlem alma çabalarımızı kesintisiz sürdürmeliyiz.
İnsandan bağımsızlaşan insan için üretim olgusunun yaşamımızı derinden etkilediğini bir an bile unutmamalıyız.
Geleceği yaratırken temel girdinin "net bilgiye sahip olma", fiziki kaynaklar, iş gücünü ve teknolojiyi "etkin biçimde koordine etme" ve belli işlere "odaklanma" gerektirdiğini içselleştirmeliyiz…
Bilmediğimiz ya da öğrenemediğimiz işlerden uzak durmalıyız.
"Önlem alma zekanın en büyük çocuğudur" saptamasına dikkat kesilmeliyiz.
Sevdasız yola çıkmamalıyız
Sevdasız yolların ıssız, engelli, sıkıntılı ve zor yollar olduğunu düşünmeli, Şota Rustaveli'nin, "Düşmemişsen bir sevdanın peşine/ Özün düşman olur kendi özüne" uyarısını zihnimizin derinliklerine yerleştirmeliyiz.
Yanlışlarımızı sorgulama yerine, başkalarını suçlama kolaycılığını tercih etmemeliyiz.
Hayatın özündeki yaratıcı çekirdeği oluşturduğuna inandığımız düşünceleri sizinle de paylaşmak istedim…
Varsa bir itirazınız, gerçekten bilmek ve anlamak isterim…