‘İş yapma’yı kolaylaştırmamız gerekiyor
Dün Dünya Bankası tarafından yayınlanan ‘2017 İş Yapma Kolaylığı Endeksi’ne göre Türkiye 190 ülke arasında 69. sırada yer alıyor. Bizim gerimizde 121 ülke olduğundan hareketle, iyi bir durumda olduğumuz zannedilmesin. Her ne kadar bizim gerimizde Çin, Hindistan, Endonezya ve Brezilya gibi ülkeler varsa da, büyük çoğunluk muz cumhuriyeti olarak nitelenebilecek ülkelerden oluşmakta. Rusya, Bulgaristan, Ermenistan ve Gürcistan gibi komşularımız bizim çok önümüzde. Biz ise Jamaika ve Fas’ın hemen gerisindeyiz.
2017 yılında rakiplerimize göre iyi bir durumda olmadığımız ortada. Peki, en azından seneler içerisinde bir yol almış ve “İş Yapma”- yı göreceli olarak kolaylaştırabilmiş miyiz acaba? Zaman içindeki gelişimi görebilmek için, 2010 ile 2017 yılı değerlerini karşılaştıralım. 2010 yılında ‘iş yapma endeksi’nde 54. sıradaymışız. 7 sene içerisinde 15 basamak gerilemişiz. İş kurma, borç alabilme, vergi ödeme ve iş akitlerini uygulatabilme gibi 10 alt kriterden oluşan “İş Yapma Endeksi”nde her ülke aynı zamanda bir puan elde ediyor. 2010 yılında endekse dahil olan ülkelerin ortalama puanları 58.5, 2017 yılında ise 61.2 olmuş. Aynı dönemde Türkiye’nin puanı ise 65.3’ten 67.2’ye çıkabilmiş. Son 7 senede Dünya geneli skorunu %4.6 artırırken, Türkiye %2.9 artırabilmiş. Kısacası Türkiye göreceli olarak gerilemiş. (Bundan daha vahim bir gelişme ise son 2 senede ilk 175 ülke arasında “İş Yapma” skorunda en çok gerileme kaydeden ülkenin Türkiye olması.)
Türkiye’de 14 yıldan beri iş yapma ve iş ortamını iyileştirme konusunda yetkin olduğu iddiasında olan bir iktidar var. Buna rağmen, Türkiye bu dönemde bu konularda kayda değer bir ilerleme sağlayamamış, aksine zemin kaybetmiş bulunuyor. Evet, özellikle son dönemde, yerli ve yabancı yatırımları çekmek için bazı girişimlerde bulunuluyor, bazı teşvikler açıklanıyor. Ancak, iş ortamını şeffaflaştıran, “iş yapma”yı kolaylaştıran kanun ve mevzuat değişikliklerine gitmedikçe, bu çabalardan istenilen sonuçların alınması da zor gözüküyor.
Türkiye’de özel sektörün yatırım iştahsızlığı artık çok belirginleşmiş durumda. Milli gelir istatistikleri yaklaşık 10 çeyrektir özel sektörün makine-teçhizat yatırımlarında gerileme olduğunu göstermekte. Son gelen sektörel güven endeksleri de bu konuda umut vermiyor. Perakende ticaret sektörü endeksi Marttan, hizmet sektörü endeksi Temmuzdan ve inşaat sektörü endeksi ise Aralıktan beri gerileme içerisinde.
Öte yandan, ekonomideki durgunluğa karşı Hükümetin bugünkü konjonktürde sunabildiği tek önlem faizleri düşürmek ve tüketici kredileri sınırlandırmalarını gevşeterek tüketim kanalıyla büyümeyi canlandırmak. Ancak reel sektörün güveni yükseltilmeden ve yatırım koşulları iyileştirilmeden, salt tüketim kamçılanarak istikrarlı ve kalıcı bir büyüme ortamı sağlamak imkansız. Hatta, bırakın istikrarlı ve kalıcıyı, herhangi bir büyüme sağlamak bile imkansız, çünkü tüketimdeki artış eninde sonunda cari açığı artırıcı yönde bir etki yapıyor. Enerji fiyatlarındaki kıpırdanmayı, ihracattaki durgunluğu ve gelişen ülkelere olan risk iştahındaki azalmayı da dikkate alırsak, bu durum bizi iyice tehlikeli sulara sürükleyebilir. (Nitekim, Merkez Bankası’nın bu ay faiz indirimine son vermiş olması da, bu endişelerin bir sonucu olsa gerek.) Büyümenin istikrarlı ve kalıcı olabilmesi için ekonomideki canlanmanın yatırım harcamaları kanalıyla olması gerekiyor.
Sonuçta Dünya son derece rekabetçi bir arena ve biz de burada gerek yabancı sermayeyi çekerek, gerekse de yerli sermayeyi mobilize ederek yatırımlar yoluyla kalkınmak istiyorsak, “iş yapma kolaylığı” kriterlerini hem rakibimiz olan ülkelere oranla, hem de mutlak olarak iyileştirmek zorundayız.