İş işten geçmesin

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

 

Geçen hafta da değinmiştik, dünyada krizin yeniden derinleşmesine karşı duyarlılığın yükselmesi, uzunca bir süredir kullanmayı aksattığımız fırsat dönemini uzatıyor. Nitekim geçtiğimiz hafta hem ABD, hem de Avrupa para otoritelerinin yeni bir genişleme politikası izleyeceği sinyalleri vermesi, kaynak akışında rahatlamaya işaret ettiği için bu gözlemi doğruluyor. Ancak gelişmiş batı ülkelerinden çok iyi durumda olduğumuzla övünmemize rağmen, biz de bütün enerjimizi makroekonomik dengeleri ve para politikalarını tartışmaya harcıyor, küresel ligde kriz öncesindeki yerimizi yükseltecek stratejik odaklanmayı bir türlü gerçekleştiremiyoruz. Sık sık aksini söylediğimiz halde, sanki mevcut durumumuzdan memnun gibiyiz.

Anahtar kurumsal ve yapısal politikalarda
Oysa küresel ekonomide, yani sadece gelişmiş ülkelerde değil yükselen ülkelerde de gelişmeler, yavaşlama dalgasının yaygınlaştığını, dolayısıyla dış kaynağa bağımlı mevcut yapısıyla Türk ekonomisini bekleyen güçlüklerin artacağını gösteriyor. Yani 90'lı yıllarda yaptığımıza benzer hatalardan kaçınsak bile, sadece başarılı konjonktür yönetimi ve para politikalarıyla durumumuzu eskisinden daha iyi hale getirmemiz pek mümkün değil.
Ayrıca artık herkes biliyor ki iki açığı birden kontrol altında tutmakta zorluk çekiyoruz. Ya iç talebe ve ağırlıkla tüketime dayalı büyüyüp tehlikeli bir şekilde yükselen cari açık ile yüz yüze kalıyoruz ya da cari açığı makul bir düzeyde tutacak bir büyüme temposuna razı olduğumuzda azalan vergiler nedeniyle artan bütçe açığı ile karşılaşıyoruz. Makroekonomik dengeleri korumamız ya da isabetli para politikaları yürütmemiz bu olguyu değiştirmiyor. Değişikliği sağlayacak olan, mevcut yapıyı ve özellikle onun kurumsal unsurlarını dönüştürmekten geçiyor. Yeni küresel konjonktürdeki belirsizliklerin uzanan, bize işte bu dönüşümü yapabilme fırsatını veriyor; ancak bu dönemin, tam tersine, içinde bulunduğumuz rehavet duygusunu derinleştirmesi ve bizi zahmetli dönüşüm stratejilerini uygulamaktan alıkoyması da mümkün.

Vergi reformu lafta kalıyor
Ne gariptir ki ABD gibi neredeyse sınırsız esneklikte para politikası ve borçlanma imkanı olan bir ülkede, yaklaşan başkanlık seçimleri dolayısıyla bir daha görüyoruz, en sıcak tartışmalar vergi politikalarında yoğunlaşırken eli bu yönden çok daha dar olan Türkiye'de vergi siyaset gündeminde yer bile bulamıyor. Ender bazı durumlarda da, geçenlerde Maliye Bakanı Şimşek'in demecinde görüldüğü gibi, vergi sistemindeki katılığı ve çarpıklığı düzeltmeye dönük bazı reform niyetleri dile getiriliyor ama genellikle hayata geçirilemiyor. Zaten Bakan'ın ana hatlarıyla söz ettiği konular, yani Gelir ve Kurumlar Vergisi kanunlarının birleştirilip kısaltılması, muafiyet ve istisnaların daraltılması gibi değişiklikler, Vergi Konseyi'nin yıllarca önce uzun çalışmalar sonunda hazırlamış olduğu ayrıntılı taslaktan bazı başlıklar. Kaldı ki vergi tabanını genişletecek modern bir Gelir Vergisi Kanunu'nun nasıl olması gerektiği öteden beri bilinen bir şey. Bu nedenle de iyi niyetler yine sözde kalırsa şaşırtıcı olmayacak.
Öte yandan, inanılmaz ölçülerde nakit enjeksiyonlarına rağmen küresel ekonominin toparlanmaması da gösteriyor ki sadece para politikalarına ve piyasa mekanizmasına dayanarak sürdürülebilir büyüme sağlanamıyor. Temel konularda yapısal ve kurumsal dönüşüm sağlanamazsa, makroekonomik politikalarda ya da seçici olmayan teşvik tedbirleri gibi yöntemlerle sorunlar çözülemiyor.

Temel unsurlarda fark yaratmak
Yapılması gereken, hep söylediğimiz gibi, açık: Yukarıda değindiğimiz vergi reformu dışında nitelikli işgücü ve eğitim kalitesi, altyapı, enerji, kamu yönetimi, teknoloji ve inovasyon alanlarında da fark yaratacak stratejiler tasarlamak ve titizlikle uygulamak. Statükonun yarar sağlayacağı ve direnç gösterecek güçlü çıkar gruplarının olduğu da söylenemez. O halde reel ekonomide özel yatırımların ve verimliliğin yükseltilmesi, kamu maliyesinin sağlamlaştırılması, işgücü ve eğitim kalitesi, proje finansmanı ve kamu özel işbirliği gibi kurumsal örgütlenmelerin devlet öncülüğünde geliştirilmesi, öncelikle yoğunlaşılması gereken stratejik hedef olarak belirlenmelidir. Bu yılki dünya rekabet endeksinde yükselişimizin ayrıntısına baktığımız zaman ilk 20'ye girdiğimiz tek kriterin hala pazar büyüklüğü olduğunu, daha epey potansiyel bulunduğunu unutmamalıyız.
Yoksa tüketimin canlılığıyla övünmek ve 70 yıl öncesinin Keynesçi reçeteleriyle yetinmek bizi bir yere götürmeyecek.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019