İri işletme mi, diri işletme mi?
Değerli meslektaşım Güven Sak’ın Dünya’daki bir önceki yazısında “büyük” anlamında kullandığı “iri” sözcüğü bugünkü yazım için bana ilham verdi.
Adı geçen yazıda “iri” sözcüğü, inovasyonla ilgili olarak şöyle kullanılıyordu: “Vizyoner, olanın daha irisinin peşinde koşan değildir. Vizyoner, olmayanı hayal edebilme kabiliyetine sahip kişidir.” Vizyoner olmak hep diri olmayı, hep diri kalmayı gerektirir. Diri olmak da fikir özgürlüğü ve farklılığa saygıyı, özgüven ve cesaret sahibi olmayı, her şeyi gözlemleyip değerlendirmeyi ve hayallerinin peşinden koşmayı gerektirir.
İrilik büyüklük anlamına geliyor. Büyüklük Türk toplumunda saygı ve özlem duyulan bir özellik. Bu saygı ve özlem sevgiden değil korkudan kaynaklanıyor bize göre.
Büyük olana karşı duyulan bu saygı toplumumuzda öylesine yaygın ki! “En büyük A, A’dan büyük yok!” söylemiyle yerli yersiz her yerde seslendiriliyor. Korkunun yarattığı otosansürle vizyonerliğimizi köreltiyor, onun önünü kapatıyoruz. İlerlemesine, gelişmesine imkan vermiyoruz. Yasağın da maalesef en etkili olanı otosansür. Başkalarının koyduğu yasaklarla mücadele edebilir, o yasakları delmenin yollarını arayabiliriz. Ama kendi kendimize yasaklar koymaya başlarsak sonuç felaket oluyor. Vizyonerliği, inovasyonlara giden yolları kendimiz kapatıyoruz. Ne dirlik kalıyor, ne vizyonerlik ve dolayısıyla ne de inovasyon.
Büyüklüğe olan tutkunun, onun yüceltilmesinin KOBİ’lerle ilişkilendirilmesine yönelik ilginç bir değerlendirmeyi rahmetli Bülent Ecevit’in bir konuşmasında dinlemiştim. 1991 genel seçimlerinden önce, TOSYÖV KOBİ’ler konusunda bir konferans dizisi düzenlemişti. O dönemdeki tüm parti başkanları davetimizi kabul ederek KOBİ’ler konusundaki görüş ve değerlendirmelerini anlattılar. 6 Mart 1990 tarihindeki konferansın konuşmacısı olan rahmetli Bülent Ecevit konuşmasına hiç unutamadığım aşağıdaki anısıyla başlamıştı: “Bundan birkaç ay önce Amerikalı bir dostum eşiyle birlikte İzmir’de olduklarını, yarın da Ankara’ya geleceklerini ve mümkün olursa bizimle görüşmek istediklerini bildiriyordu. Ertesi gün için eve davet ettik. Ailecek hoş bir sohbetimiz, güzel bir beraberliğimiz oldu. Bir ara kendisine, Türkiye’yi beğenip beğenmediğini sordum. Çok beğendiğini, hatta birkaç Türkçe sözcük öğrendiğini söyledi. ‘Hangi sözcükler’ diye sorduğumda cevabı şöyle oldu: ‘İstanbul’da Büyük Tarabya Oteli’nde, İzmir’de Büyük Efes Oteli’nde kaldık; Ankara’da da Büyük Ankara Oteli’nde kalıyoruz’ dedi. ‘İlk öğrendiğim Türkçe sözcük de dolayısıyla ‘büyük’ kelimesi oldu’ diye sürdürdü konuşmasını.”
Bu anısından sonra Türkiye’de KOBİ’lere ilişkin değerlendirmesine de aşağıdaki sözlerle devam etti: “KOBİ’lerle ilgili bir vakıf olarak işiniz çok zor ülkemizde!”
Bugün, aradan 24 yıl geçtikten sonra, KOBİ kavramı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ekonomik, politik ve akademik arenaların baş köşelerinde yerini aldı. Hatta bugün KOBİ’lerden girişimciliğe doğru uzanan bir sürecin içine girildi. Girişimcilik, bilgi toplumunun global ekonomisinde çok önemli bir meslek konumuna yükseldi. Küçük işletmeler girişimciliğin fidanlığı olarak ekonomik büyümenin ve inovasyonun vazgeçilemez bir aracı durumuna geldi. Büyük işletmeler de iç girişimcilik (intrapreneurship) vasıtasıyla iriliğin bürokratikleşen kalıplarını kırarak etkinliklerini sürdürmeye çalışıyorlar.
Globalleşme sadece ülkeler ve işletmeler düzeyinde değil, bireyler düzeyinde de geçerli. Hatta işletmelerin ve ülkelerin globalleşmesinin yolu bireylerini globalleştirmekten geçiyor. Vizyoner, özgüven ve cesaret sahibi, nitelikli, dipdiri bireylerin önünü açarak işletmelerin ve ülkelerin globalleşmesi mümkün oluyor.
Türkiye ülke olarak çeşitli alanlarda yapılan global kıyaslamalarda epeyce geri sıralarda yer alıyor. 2023 yılında GSMH olarak ilk 10 ülke arasına girmeyi hedefliyoruz ama kişi başına düşen gelir seviyesi olarak yerimiz kırkıncı sıralarda. Bazı alanlardaki uluslararası kıyaslamalarda daha da alt sıralarda yer bulabiliyoruz.
Buna karşılık bireysel düzeyde globalleşmeyi başarmış olan dünya markası insanlarımız var. Hemen aklımıza geliveren isimler Muhtar Kent, Orhan Pamuk, Fazıl Say, Arda Turan v.d. Son olarak onlara Cannes Film Festivali’nde Kış Uykusu adlı filmiyle Palme d’Or (Altın Palmiye) ödülünü alan Nuri Bilge Ceylan da katıldı. Bugün bu vatandaşlarımızla gurur duyuyoruz. Bu örnekler gençlerimiz için büyük önem taşıyor. Muhakkak ki sinemaya meraklı olan ve geleceğini orada hayal eden gençlerimiz Nuri Bilge Ceylan’ın bu başarısıyla bir özgüven kazandılar, cesaretlendiler ve hayallerini genişlettiler.
Ödül alan Kış Uykusu filminin başrol oyuncusu Haluk Bilginer bir gazete röportajında duygularını şu anlamlı sözlerle dile getiriyor: “20 yaşındaki bir genç Nuri Bilge’nin hayatına bakacak. Koza diye bir kısa filmle başlamış, bak şimdi ne olmuş. Eskiden Olimpiyatlara katılan sporcular bahane diye ‘E, tesis yok bizde!’ derdi. E, tesis mi vardı da Nuri Bilge Ceylan Mayıs Sıkıntısı filmini çekti. Hem de tek kamerayla. Ekibinde de tamamı 5 kişi vardı sadece. ‘Demek olabiliyormuş'un ispatı bu. Siz de yapın, siz de yapabilirsiniz’in ispatı. ‘Direnin, inandığınız şeyi yapmaya devam edin’ mesajı. Bu sadece sinema yapacak gençler için değil, herhangi bir şey yapmak isteyen tüm gençler için de çok güzel bir örnek” (Hürriyet Pazar, 15/06/2014.)
Gençlermizin önünü açmak için ne yapmalı? Aslında yapılması gereken hepimizin malumu. Ne diyordu Picasso anılarında: “Annem bana hep asker olursan general, rahip olursan papa olmalısın derdi. Ben ressamlığı seçtim ve Picasso oldum!” Ülkemizde genç nüfus yapımızın sağladığı imkanı değerlendirerek gençlerimizin hayal ettikleri mesleklerde hayallerini gerçekleştirebilmeleri için gerekli şartları sağlamalıyız. Bunun da yolu özgürlüklerin geniş şekilde sağlandığı çağdaş bir hukuk sisteminde onlara olabilecek en iyi çağdaş eğitim ve öğretim imkanlarını sunmak, geleceğe hep umutla bakabilecekleri ve hep diri kalabilecekleri ortamı sağlamaktır. Hedefimiz ülkemizin 2023 yılında sadece GSMH’sı ile değil, her alanda dünyanın ilk 10 ülkesi içinde olmasını sağlamak olmalı. Bu başarıyı da ancak diri, dipdiri gençlerimizle kazanacağız. Onları dipdiri tutabilirsek, işletmelerimiz de, kurumlarımız da, ülkemiz de diri olacak ve diri kalacak.