İran halkının umutları ve Ruhani
İran'da önemli bir sürprize imza atıp cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan reformcu lider Hasan Ruhani, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın sertlik yanlısı tutumunun tersine, ılımlı tavrıyla dikkat çekiyor. Ruhani, seçim öncesinde nükleer program, uluslararası yaptırımlar, ekonominin kötü durumda olması ve İran'ın uluslararası toplumda tecrit edilmesi gibi tabu olarak kabul edilen konulara çok kez dokundu.
Hatta 2006 yılında Time dergisinde yayınlanan şu yorumlar, inanması zor olsa da, Ruhani'ye aitti:
"Nükleer silaha sahip bir İran, bölgede dengesizlik yaratır; bölgesel silahlanmayı hızlandırır; bölgenin sınırlı kaynaklarını kaybetmesine yol açar. İran'ın nükleer silaha sahip olması, güvenlik unsuru olamaz. İran, hem İslam, hem de gelişen bir ülke olarak, kitlesel imha silahları kullanmamalı ve geliştirmemeli."
Ruhani'nin Cumhurbaşkanı olmasıyla, nükleer başta olmak üzere, bir çok sorunlu konuda ilerleme kaydedilebileceğine dair ihtimaller oluştu. Tabi ki bu süreçte ABD'nin tavrı da çok önemli.
İran'ın ruhani lideri Humeyni'nin Ruhani'ye destek vermiş olmasının birçok nedeni var.
2009-2011 yılları arasında Obama'ya Ortadoğu ve Güney Asya konularında yardım eden, Washington Enstitüsü Ortadoğu Politikaları danışmanı Dennis B. Ross, Humeyni'nin Ruhani'yi destekleme nedenlerini şöyle sıralıyor:
* Ruhani'nin Cumhurbaşkanı olması, batı dünyasının İran'a bakışını olumlu yönde etkileyebilir.
* Ruhani, İran'ın nükleer programı konusunda herkesi tatmin edecek bir anlaşmaya yol açabilir. Bu sayede hem gerilim azalır, hem de İran'a yönelik yaptırımlarda yumuşama olabilir.
Ross, ABD'nin İran'la diplomatik ilişkilerini nasıl şekillendireceğinin belirleyici olduğunu söylerken; karar vermek için çok fazla zaman olmadığına da dikkat çekiyor. Ross'un yorumları şöyle:
"ABD gardını almalı"
"ABD, İran'ın sivil amaçlı nükleer enerji geliştirmesini kabul edebilir. Tabi ki bunu yaparken, nükleer silah geliştirmesini zora sokacak sınırlamalar getirecektir. ABD'nin önerisinin uluslararası toplumu da ikna etmesi gerekir. Eğer İran bu öneriyi kabul etmezse, o zaman kendi talep ettiği şeyi kabul etmemiş durumuna düşer. Bu durumda Rusya başta olmak üzere, birçok ülke, diplomasinin sona erdiğini düşünebilir; çünkü İran'ın bu teklifi geri çevirmesi, gerçek amacının sivil nükleer enerji değil, nükleer silah geliştirmek olduğunu gösterir. Bunun sonucunda da tek alternatif, güç kullanmak olur. Dolayısıyla, Rusya, sonuç vermese de, adım adım ilerlemeyi ve diplomatik ilişkilerin devam etmesini isteyecektir. Eğer İran, diplomasi çerçevesinde, nükleer altyapıyı daha fazla geliştirmekten vazgeçerse, bu kabul edilir bir yaklaşım olur. Fakat Ruhani, bunun daha önce denenmiş olduğunu dile getirerek, böyle bir olasılığı ortadan kaldırdı. Dolayısıyla, geldiğimiz noktada, diplomasi kapısını kapatmak isteyen İran. Ruhani, bir açılım deneyebilir, ama ABD'nin de gardını alması lazım."
Asıl sorun nükleer değil
Ross'un görüşlerini aklımızın bir kenarına koyup, bir de Columbiya Üniversitesi İran Araştırmaları Profesörü, İran asıllı Amerikalı Hamid Dabashi'ye kulak verelim. Dabashi öncelikle, nükleer krizin bu noktaya gelmesinden herkesi sorumlu tutuyor. Hem ABD'nin agresifliğini, hem Avrupa'nın zayıflığını, hem de müzakerelerin başarılı olmasını istemeyen İranlı iç güçleri. Ve tabi ki Ahmedinejad'ın sekiz yıllık kötü yönetimini. Ama Dabashi'nin asıl söylediği, İran nükleer krizinin aslında bir kriz olmadığı ve bunun İsrail tarafından üretilen bir konu olduğu. Dabashi şöyle diyor: "Eğer İran nükleer silah geliştiriyorsa, ki bunun hiçbir kanıtı yok, İran'ı hedef gösterecek en son ülke İsrail'dir. Nükleer silah felaketine son vermenin tek anlamlı çözümü, kitlesel imha silahlarının tüm dünyada yok edilmesidir. Sadece İran değil, İsrail, Pakistan, Rusya, Çin ve hepsinden öte, nükleer silahı tek kullanan ülke olan ABD'nin de, nükleer silahı olmaması gerekir."
Gözümüzü toptan ayırmayalım
Dabashi'nin dediği gibi, eğer sorun nükleer silah değilse, o zaman ne? Cevabı yine Dabashi'nin çarpıcı yorumlarından dinleyelim:
"Bir yanda ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye ve diğer küçük ittifaklar; diğer yanda Çin, Rusya ve İran. Herkes kısa vadeli çıkarlarına zarar verebilecek devrimci şartların ortasında güç arayışı içinde. Bugün yaşanan bu güç savaşının kurbanı ise Suriye ve Suriyeliler. Ruhani bu karmaşa arasında İran'ın gerçek ulusal güvenliğini nasıl koruyacak ve halkının barış isteğine ne derece güvenecek göreceğiz. Eğer cesaret göstermesi gerekirse, bunun için halkının umutları ve hayallerine sahip. Biz, bölgede ve aslında tüm dünyada yaşanan tarihi devrimlerin sonuçlarına değer verenler olarak, gözümüzü asla toptan ayırmamalıyız; ne Taksim'de, ne Tahrir'de, ne New York Zuccotti Park'ta, ne de Rio de Janeiro'da."