İnsanlık tarihi alınacak derslerle dolu
2016 yılının yedinci ayının tam ortasında Türkiye beklenmeyen bir olay yaşadı: 15 Temmuz askeri darbe teşebbüsü. Çok şükür bu teşebbüs başarısız oldu ve Türkiye Cumhuriyeti yüz yıla yaklaşan tarihinin en büyük tehlikesini atlattı.
2016 yılında yurdumuzda bir anket yapılıp sorulsaydı, herhalde halkımızın büyük bir çoğunluğu Türkiye’de askeri darbe teşebbüslerinin artık mümkün olmadığını, bu gibi olayların ülkemizde artık tarihe karıştığını söylerdi.
Ama maalesef oldu. Demek ki çok düşük olasılıklarla da olsa bazı tehlikelere karşı önlem almak, sürekli teyakkuz durumunda olmak, böylesi tehlikelerin yeşerip yaşamasına imkan vermeyen ortamlar hazırlamak gerekiyor. Tarihten ders almak, yüzlerce yıllık deneyimlerden süzülüp gelen atasözlerini, özdeyişleri, aforizmaları unutmadan değerlendirmek şart oluyor. Bugünkü yazımızda içinde bulunduğumuz ortamda yararlı olabileceğini düşündüğümüz bu tür değerlendirmelerden bir demet sunmak istiyoruz.
1) Günümüz insanı tarihi kendi buyruğu altına alıp değerlendireceği yerde, her gün biraz daha onun kölesi olmaya razı olmaktadır. Tarihi değerlendirmek yerine tarihten kendisine uygun olayları seçip başkaları ile kavga etmeyi tercih etmektedir. Tarih kavga etmek için değil barış yollarını açmak için değerlendirilir.
2) Tarihin esiri değil efendisi olmak gerekir. Tarih geleceğimizi oluşturmada yararlanmamız gereken bir unsur olmalı, bunun için de tarihi çarpıtmamalı, yalansız dolansız yazmaktan korkmamalı.
3) Evet, tarih yazılmalı, özellikle de doğru yazılmalı. Bu durum şifahi bir toplum olan bizim için daha fazla önem taşıyor. Bilgili insanlarımız çoktur ama bu bilgileri yazıya dökenler çok azdır. Tarih bizde yazılarak değil söylenerek yapılır söylenerek yapılan tarih de değiştirilebilir. Sonuçta; hoşa giden, dönemin iktidarlarına göre oluşturulan bir tarih ortaya çıkar.
4) Tarih hoşumuza giden yemek çeşitlerini tabağımıza keyfimizce aldığımız bir açık büfe değildir. Tarihten işimize gelenleri, hesabımıza uyanları, hoşumuza gidenleri, hatırlamak istediklerimizi seçip alamayız. Alırsak o tarih olmaktan çıkar hatıra defterine dönüşür.
5) Tarih karşısında hiçbir dine, millete, ırka, ideolojiye borcumuz yoktur. Bir tek şeye borcumuz vardır, o da hakikattir.
6) Gerçeklerle, kavga edilmez yüzleşilir. Gerçeklerle yüzleşmekten korkmamalı. Tarihi gerçekleri bilmek her zaman yararlı olur.
7) Tarihi işine gelen olayları bulup çıkarmak için değerlendirmek tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Başkaları da aynı şeyi yaparsa kin ve intikam duyguları artarak nesiller boyu sürebilir. İntikam intikamı öç öçü doğurur. Bugünün uluslarını yüzlerce, hatta binlerce yıl öncesinin kabilelerine bağlayan kesintisiz bir ölüm ve yıkım zinciri oluşturur.
8) Eski defterleri karıştırmak çeker alır insanı içine. Gerilere doğru gittikçe daha da gerilere gitmek istersin ama sonunda mutsuz olursun. Onun için eski defterleri karıştırma. Hele hele meraktan hiç karıştırma. Eski defterleri sadece tarih yazmak için, olanları olduğu gibi yazıp gelecek nesillerin istifadesine sunmak için karıştır.
9) Barışmasını bilmeyen kavga etmemeli. Kavga yapılacaksa da, “barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar” atasözüne uygun olarak yapılmalı. Böylesi bir kavga bizi hep ileriye taşır. Şer değil hayır getirir. Zira yukarıdaki atasözü aşağıdaki ile tamamlanır.
“ Bir teze karşı çıkan olmazsa gerçeğin yarısı karanlıkta kalır.”
10) İnsanlar farklı görüşte olduklarıyla müzakere, aynı görüşte olduklarıyla da sohbet ederler. Her ikisi de gereklidir insan hayatında. Birincisi insanı geliştirir, olgunlaştırır. İkincisi de hoşça vakit geçirmesini, yaşamdan keyif almasını sağlar. Ama en iyisi sohbet eder gibi müzakere edebilmek. Keyif içinde, barış içinde gelişip olgunlaşmak.
11) Bir insanı, gerçekten uyuyorsa, uyandırmak mümkündür. Eğer uyumuyor da uyur taklidi yapıyorsa onu uyandırmak mümkün olmaz. Dolayısıyla iki durumu birbirinden ayırmak büyük önem taşır. Zira ikinci tipler de toplumda epeyce vardır. Hem de bunlar yalakalık yapmaya yatkın dalkavuk ve kurnaz tiplerdir. Ve rahmetli Çetin Altan’ın sık sık vurguladığı bir gerçeği unutmayalım: “kurnazlık aklın önüne konulan bir tuzaktır.”
12) Bir yabancının gazetelere intikal eden ilginç bir Türkiye değerlendirmesini okumuştum. Değerlendirme şöyleydi: “Vatandaşı olmazsan Türkiye oldukça ilginç bir ülke.”
Bu söylemi, “Vatandaşı olursanız Türkiye çok mutlu olunacak bir ülke” olarak değiştirebilmeliyiz. Atatürk’ümüzün “ne mutlu Türküm diyene” söylemi de ancak o zaman gerçekleşir.
13) Gelenek yenilikten korkmamalı, yenilik de geleneğe saygı göstermeli. O zaman yenilik ve gelenek birbirleriyle kavga etmez, tam tersine birbirlerinden beslenirler. Simbiyotik bir ilişki oluşturup sinerji yaratarak toplumları yepyeni sentezlere götürürler.
14) “İnsanlığın en büyük buluşu kitap, en kötü buluşu da okul olmuştur. Kitap insanın yüzüne tutulan en etkili ayna iken, okul insanın istenildiği gibi şekillendirildiği bir yer olabilir.”
O zaman herhalde en iyisi, iyi olanla kötü olanı sentezleyip okulları her türlü kitapla doldurmak olmalı. (Bu konuda Zülfü Livaneli’nin Konstantiniye Oteli adlı romanında 394. ve 395. sayfalara bir göz atılabilir.)
15) Hayat oyununun kağıtlarını kader karıştırır biz oynarız. Her oyunun irade-i külliyesi yanında az veya çok bir irade-i cüzziye alanı da vardır. Bize düşen bu alanda rolümüzü doğru oynamaktır. Hak ve adalete, hukuka uygun kalmaktır. Ancak ondan sonra başkalarını şikayet etmek hakkını buluruz.
16) Doğru söyleyeni dokuz köyden kovsalar da doğru söylemeye devam etmeliyiz. Zira onuncu köyün hep aradığımız köy olmadığını kim bilebilir ki.
17) Kuş konduğu dalın kırılacağından korkmaz. Çünkü dala değil kanatlarına güvenir. İnsanlarımızı, hele hele çocuklarımızı kanatlandırmak gündemimizin hep birinci sırasında yer almalı.
18) İnsanlar sabırsızlıkları yüzünden cennetten kovuldular, tembellikleri yüzünden de geri dönemiyorlar. Dünyayı cennete çevirmenin yolu hakka, adalete, hukuka uyarak sabırla çalışmaktan geçiyor.