İnsan ömrü 30 bin gün bile değil….

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

 

 
Hayatın sabitleri:1
 
Bir hafta önceki denememizde "girişimci kişinin 41 özelliğini" paylaşmıştık. Bu denemede de," Bireysel ve toplumsal yaşamı yönlendiren sabitler" üstüne düşündüklerimizi kısa değinmelerle anlatmaya çalışacağız. Değişmez olanları bilmeden, hayatin sabitlerini kavramadan, nelerin nasıl değiştiğini kavramak zordur. Size sunduğumuz "hayatın sabitleri" konusunda düşüncelerinizi bizimle paylaşırsanız; bilginin paylaşıldıkça büyümesine katkı yapar, yapıları oluşturan "sabitlere" ilişkin daha net bilgilere ulaşabiliriz.
 
Bu ilk yazıda sizlerle hayatın 10 değişmezini paylaşacağız. Diğerleri ile ilgili bilgileri ise bir sonraki yazıda aktaracağız:
 
01. İnsan ömrü ve toplum ömrü: 
Yaşamın temel değişmezlerinden biri, insan ömrünün sonlu ve kısa, insanların bir araya gelerek oluşturdukları toplumların ömrünün ise görece daha uzun olmasıdır. Ortalama 30 bin gün bile olmayan insan ömrü, yaşamın algılamasını etkileyen temel etkenlerden biridir. İnsan, ölüm bilinci nedeniyle, kısa ömrüne çok şey sığdırmak ister. Hayata çok şey sığdırma isteği insandaki benciliği öne çıkar. İnsan ömrünün kısalığı ile toplum ömrünün görece uzunluğu, "Mehmet'in çıkarları ile memleketin çıkarlarını" ayrıştırabilir. İyi yönetici ya da yönetim, "Mehmet'in çıkarları ile memleketin çıkarlarını dengeleyebilmek" demektir. Hayatın özündeki bu ölçü temel "sabitlerden" biridir; bu sabiti kavramadan, nelerin değiştiğini, neden değiştiğini, nasıl değiştiğini, değişmenin hızının ne olduğunu, ne yönde ilerlediğini ve ne gibi etkiler yaptığını yeterince kavrayamayız. Hayatı iyi kavramak ve anlamak istiyorsak, insan ömrünün kısalığı ile toplum ömrünün uzunluğu arasındaki karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinin yarattığı çelişkileri iyi kavramalıyız; karşılaştığımız olguları birey ile toplumun çıkarları mihenginde denemeliyiz.
 
02. Hiyerarşi mutlaktır ilkesi:
 İnsanlık her dönemde eşitlik, kardeşlik, barış ve huzur ideallerinin peşinde koşmuştur. İnsanların eşitlik arayışı "hiyerarşi mutlaktır" ilkesini tümüyle aşabilme gibi sonuç yaratamamıştır. Aklını ve enerjisini daha iyi kullanabilenler, kullanamayanlara göre bir adım öne geçmektedir. Girişimci yeteneklere sahip olanlar, çevrelerinde değer katacak bir şey bulurken, sıradan olanlar, başkalarından emir alarak yaşama zorunda kalır. 
"Hepsi evlat, hepsini aynı derecede severim" sözü kulağa hoş gelse bile, anne-babalar bu sözü sık yineleseler de, üretken ve katkı yapan çocuklarına sempatilerinin daha büyük olduğuna çoğumuz tanıklık etmiştir. Halkın akıl birikimi, binlerce yılın deneyimlerinin süzgecinden geçirerek, " Varsa akıllı evladın, gereği yok malın mülkün, yoksa akıllı evladın anlamı yok malın mülkün !" diyerek, akıl ve üretkenliğine olan güvenimizi çok net anlatmıştır. 
Eğer başkalarının bizim hak ve çıkarlarımıza yönelik yanlış tutumları önlemek istiyorsak onlara yumuşak ve sert gücümüzün varlığını göstermemiz gerekir. Hiyerarşinin mutlaklığını yaygın biçimde dış politikada "idealistler" ve "realistler" akımların çatışmasında gözleriz. 
Hayatta ,"zor oyunu bozmaktadır". Hiyerarşinin eşitsizliğine karşı direncin en etkin yolu, eşdeğer güçler yaratmadın.
 
03. Boşluk ilkesi: 
Bireysel ve toplumsal yaşama yön veren bir başka değişmez "boşluk ilkesidir". Birey ya da toplumların başarıları, önemli ölçüde başkalarının bıraktığı "boşlukları" doldurmayla ilgilidir. Okul günlerinde deneylerde hepimizin öğrendiği gibi, hayat "bileşik kaplara" benzer. 
Doğa boşluğu asla sevmez, kriz dönemlerinde "normal koşullar" değişir; en büyük ile en küçüğün iç içe geçmeleri yaşanır ama kısa süre sonra matematikçiler "kuvvet yasaları" dedikleri güçler devreye girer ve "yeni normal" koşulları oluşur. 
Eğitim düzeyi, entelektüel kapasitesi ve sistem kapasitesi farklı olanların bıraktıkları "boşluk " nitelik ve nicelik değiştirir: Herkesin bıraktığı "boşluk" vardır; o boşluğu yakalayan ve dolduranlar kazançlı çıkar. Bakış açısında ve birikimlerinde "boşluk sorgulama" alışkanlığı olmayanlar, işlerini iyi yönetmez, gelişmelerin akışına bırakmak zorunda kalabilir.
 
04. Hız ilkesi: 
Hayata yön veren bir diğer değişmez " hız ilkesidir". 
Daha hızlı olan fırsatlardan daha geniş ölçüde yararlanırken, hızı düşük olan daha az yararlanabilir. Savaşlarda olduğu gibi, iş yaşamında hız ve esneklik rakibin önüne geçmenin gerek şartıdır.
Bugünün dünyasında ölçek büyüklüğünün artırdığı "erişebilme olanaklarını", küçük ve ortak ölçek yapının "hız ve esnekliği" ile dengeleyen "işbirlikleri ve ortaklıklar" yapabilenler rekabette öne geçiyor. Tersine, hantallaşan, gelişmelere karşı "alternatif tepki biçimlerini" hızla hayata taşıyamayanlar ise iş yaşamında yitirenler arasındaki yerini alıyor.
 
TV dizilerinde belgesellerin bize gösterdiği vahşi yaşamlarda tanıklık ettiğimiz olgu çok net: Hızı yüksek olan hızı düşük olanın yaşamına son verir. 
Doğanın çok temel ilkelerinden biri olan "hız ilkesi", Bilgi Toplumu aşamasının da temel sorunumuzdur: Teknolojik gelişmeler, Sanayi Toplumu aşamasının "yerel ve doğrusal ilişkilerini", Bilgi Toplumu aşamasında "üstel ve küresel işleyişe" taşımıştır. Geleceği inşa etmek isteyen birey, topluluk ve toplumlar hız ilkesinin farkında ise, karar ve kurumlarını oluştururken gerçekliğe yakınlaştıran varsayımlara daha yakın durabilir. 
 
05. Yakınlık ilkesi: 
Üretim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmeler, akışları hızlandırdığı, küresel anlamda erişebilmeyi artırdığı halde, bugün de "yakınlık ilkesi" yaşamın temel değişmezlerinden biri olma özelliğini koruyor. 
 
Geliştirilen bir iş mekana bağlı tetiklemeli, Stuart Kaufmann "bitişik olanak" dediği etkiyi yaratmalıdır ki, temel görev olan herkese iş sağlamaya katkısı olsun. Tekerleğin icadı kağnıyı, at arabasın, el arabasını, otomobili, elle çekilen ağır bir valisi, seyyar satıcının dükkanını, uçakların uçurulmasını vb. daha onlarca işlevi, onlara bağlı iş yaratılmasını sağladı. 
 
Örneğin, komşuları ile dış ticareti ağırlıklı olan ülkeler daha düşük maliyetle gelişme yaratır "bitişik etki katsayısı" daha yüksek olur. Uzak ülkelerle ilişkilerin yarattığı maliyet, bugünün olanaklarında bile sınırlama getiriyor; rekabet gücün zorluyor: Durgun sudaki dalgaları göz önüne alın. Bir dalga kendini tamamlamadan ikinci dalga oluşmuyor. Bütün dalgalar taşın atıldığı merkezden doğuyor ve çevreye doğru yayılıyor. Piyasa sisteminde kalkınma süreci de, ülkenin en uygun yerinden başlıyor; giderek ülke derinliklerine yayılıyor. 
 
Teşvik sistemleri sıçrama yaratmak için geliştirilse de  anonsu kendinden büyük yatırımlar yapılsa da mekan anlamında gelişme, ülkenin kendi iç dinamikleri doygunluğa erişerek ilerliyor. Gelişme "ileriye ve geriye bağlantılarla" ilerliyor; girdi alınan ve girdi verilen üretim tesislerine yakınlık, özellikle envanter ömürlerinin çok kısaldığı günümüzde yakınlık ilkesini yatırım kararlarının önemli bir aracı haline getiriyor. 
 
Yakınlık etkisinin yarattığı "bitişik olanları" kavramamış olan toplumlarda teşvik sistemleri "aşırı değerlenmiş beklenti" yaratıyor; beklentiler gerçekleşmeyince de toplumun güveni kalmıyor. Daha başka bir anlatımla, bağlanan kaynak ile yaratılan sonuçlar arasında denge kaçabiliyor.
 
06. Toplanma ilkesi: 
Bir yerde çeşitliliğin, renkliliğin ve zenginliğin yaratılması "toplanma ilkesi" ile sıkı ilişki içindedir. Toplanma ilkesi, aynı zamanda uzmanlaşma ve işbirliği ile sinerji yaratma anlamına da gelir. Bir yerde toplanmayla ilgili ciddi bir güdülenme varsa ve "cazibe merkezi" oluşmuşsa, oraya önce yetenekli insanlar göç ediyor; sonra da sermaye sahipleri yatırım yapıyor. Sanayi Toplumu aşamasında endüstrilerin kurulduğu bölgeler, fabrika-odaklı üretimin çekiciliği toplanma sürecini hızlandırmış ve zenginlik üretmenin tipik merkezleri oluşmuştu. Toplanma ilkesinin önemini kavramadan kentleşme süreçleri de düzenli yönetilemiyor. Gelişme ile kentleşme arasındaki doğrudan ilişki çok güçlü olduğu halde, toplanma ilkesinden habersiz olan yöneticiler " Kır itiyor; kent çekiyor" algısı nedeniyle, toplumu kırsal kesimde tutabilmek için çok fazla kaynak israf etmiştir. Oysa gelişme ile kırsal kesimin göç vereceği iyi anlaşılmış olsaydı, kenti yönetmek önemli hale gelir; başıboş ve düzensiz kentleşmenin yarattığı pahalı gelişme minimize edilebilirdi. Aileden okula, teknik gelişmeden yaratıcı alanlara "toplanma ile zenginleşme" arasındaki bağlamı iyi kavramalıyız; bunun bir "temel değişmez" olduğunu içselleştirmeliyiz ki gereksiz bakış açılarına dayalı kaynak israfına yol açmayalım.
 
07. Kritik yoğunluk ve kritik eşik ilkesi: 
Olay ya da olgu bileşenlerinin ve bağlamlarının iç dinamiklerinin yarattığı gelişmelerin oku hep büyüme yönündedir. Evrenin sürekli genişlemesi gibi, insanların tasarlayıp örgütledikleri işlerde de "büyüme eğilimi" doğaldır. Büyümenin belli bir yoğunluğa ve derinliğe erişmeden önce büyük sayılar yasası gereğince çan eğrisi dağılımı geçerlidir; en büyük ile en küçüklerin azınlık, ortalama olanların ise ana gövdeyi oluşturması doğaldır. 
 
Çan eğrisi dağılımında denge durumu vardır. Bileşen ve bağlamlardaki değişmeler ya da "dış etkenler" denge durumunu bozacak duruma gelebilir. Süreç kritik yoğunluğu erişince, "normal koşul" diye adlandırdığımız karşılıklı ilişkilerde çözülmeler başlar. 
Her kritik yoğunluk kendi öncülerini yaratır. Daha önce de belirtildiği gibi, doğa kritik eşikte durmayı sevmez, değişimleri hızlandırır; mevcut yapıda çözülmeler hızlanır ama, aynı zamanda kuvvet yasaları "yeniden örülme sürecini" de başlatır. Bu çok temel "gelişme sabitini" kavradığımız zaman, değişmelerin kritik yoğunluğu ve kritik eşikler üzerine kafa yorar; alternatif tepki biçimlerini öngörerek, değişim ve dönüşümün zararlı yanlarını en aza indiren önlemler alabiliriz. "Yeni normal koşullarını" doğru yönlendirebilir ve doğru bir konumlanma ile sağlıklı gelecek inşa edebiliriz.
 
08. Başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesi: 
Değişim ve dönüşüm yaşamın özündeki varlığını her zaman korur. Değişimi yönetme insanlığın bütün zamanlarda öncelikli sorunu olmuştur: "Başlangıç noktasına hassas bağlılık " değişimi etkin yönetmenin vazgeçilemez ilkesidir. 
Değişim ve dönüşümlerin yarattığı "geçiş süreçlerini" uygun kaynakları harcayarak yönetebilmemiz için başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesini içselleştirmemiz gerekir. 
 
Özellikle kaos kuramı ile uğraşanlar; yere düşen bir cismin çizdiği 90 derecelik yayı eşit parçalara böldüğümüzde, ilk parçadaki hızın, diğer parçalarda üstel büyüdüğünü kanıtlarlar. O nedenle, herhangi bir gelişmeyi tasarlarken, ön-araştırmaların iyi yapılması, güçlü ve zayıf yönlerin belirlenmesi, fırsat ve tehlikelerin değerlendirilmesi, olanak ve kısıtların net bilgilerle kavranması, ilk hızı belirlemeye bağlıdır. 
Başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesini kavramış olanlar, fizibilite özenine sahiptir. İnsanın kendi yaşamında da başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesine uygun hareket ederse, öngörerek ve önlem alarak adımlarını atarsa; yaşam biçimi, yaşam tarzı ve yaşam kalitesini daha üst düzeylere çıkarabilir. Avcı toplayıcı dönemde, Tarım Toplumu, Sanayi Toplumu ve Bilgi Toplumu aşamalarında da başlangıç noktasına hassas bağlılık ilkesi geçerliliğini koruyan temel sabitlerden bir diğeridir.
 
09. Öğrenmenin edilgenliği ilkesi: 
Bir insanda öğrenme isteği ve arayışı yoksa o insanın merakları diri değilse, öğrenmesi için hiçbir okulun, hiç bir aracın, görsel malzemenin ve çok yetenekli öğretmenin yapacağı bir şey yoktur. Öğretmenlerin, araç gereçlerin ve ortamın görevi, öğrenme isteği yaratabilmedir. Bu kural sadece bireyler için değil, toplumlar için de geçerlidir: Toplumun genel algısı, günlük meşguliyeti, özellikle de seçkinlerin uğraş alanları ve odaklandıkları konular gelişme dinamiğinin enerjisidir. Öğrenme olgusunun edilgen karakterde olması, insanlığı arayış içine iter ve etken hale getirir. Sadece örgün eğitim-öğretim etkinlerinde değil, yaygın eğitim-öğretim etkinliklerinde de insanlarda "öğrenme isteği yaratma" temel sorundur. Öğrenmenim edilgen karakterini kavramadan, yaşamın özünü oluşturan insan-odaklı çabaları etkin biçimde yönetmemiz zordur. Bütün gelişme düzlemlerinde, öğrenme olgusunun edilgen yanını bir değişmez olarak ele almalıyız ki, hayatın öz gerçeklerine yakın önlemleri alabilelim, enerjilerimizi etkin ve verimli kullanabilelim.
 
10. Ayrıntı bilgisi eksikliği ve komploculuk ilkesi: 
Etkin bir gelişme yaratmanın gerek şartı ayrıntı bilgisi ile genel eğilimler arasında denge kurmaktır. 
Tarım Toplumu, Sanayi Toplumu aşamalarında olduğu gibi, Bilgi Toplumu aşamasında da ayrıntı bilgisi yeterli değilse, "komplo teorileri" üretme kaçınılmaz hale gelir: Karşılaşılan olay ya da olguları nesnel değerlendiremez, iç tutarlılığından uzaklaşır ve güvenilir insan olma konusunda aşama kaydedemeyiz. Popüler kültürden beslenen sığ ve güncel bilgiyle analizlerin tehlikeli yanı öne çıkar. Bu açıdan bakıldığında, hayatın çok temel değişmezlerinden biri olan " net bilgi ile sağlıklı karar" arasındaki denge kurulamaz. 
 
Özellikle çok hızla üretilen "büyük veri" ortamında enformasyona ve bilgi kolaylıkla kirletilebilmektedir. Ayrıntı bilgisi ile genel eğilimler arasında denge kurma, analitik yetenek kadar; bilgi ayıklayan mekanizmalar da gerektirmektedir. Yapılan işlerle veri ve bilginin ayıklanması, anlama düzeyinin yükseltilmesi, geliştirilmiş sezgiler de gerektiriyor.
 
Gelecek hafta, toplu yaşamın öğreticiliği ilkesi, aklı emanet etmeme ilkesi, topluluktan topluma geçme ilkesi, taklitten yaratıcılığa geçme ilkesi, gerçeklik ve zihni model ilkesi, korku ve tehlike algısı ilkesi vb. sabitlere değineceğiz.
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar