İnsan neyle yaşar?
İstanbul'da yaşayanlar bugünlerde eminim kendilerine bu soruyu sıkça soruyorlardır. Sokakta, çarşıda, otobüste, metroda bu soruyla o kadar sık karşılaşıyoruz ki, kendi kendimize bunu sormamak elde değil. DÜNYA okuyucularının önemli bir bölümünün İstanbul'da yaşamadığını gözönüne alarak bu soruyu biz de soralım..
İnsan neyle yaşar?
Kültür sanat sayfalarında da görmüşsünüzdür; İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 11'incisi düzenlenen İstanbul Bienali'nin bu yılki teması; "İnsan neyle yaşar?"
1898'de doğup 1956'da Doğu Almanya'da ölen ve dünya edebiyatında derin bir iz bırakan, "epik" veya "diyalektik tiyatro"nun kurucusu komünist Alman şairi Bertolt Brecht'in 1928'de Elisabeth Hauptmann ve Kurt Weill ile birlikte yazdığı ünlü "Üç kuruşluk opera" adlı oyunda yer alan bir şarkının adı "İnsan neyle yaşar?"
Bienal küratörleri, Brecht'in yaşadığı dönemde çelişkilerin belirsizlik taşımadığına vurgu yaparak bugün giderek belirsizleşen çelişkilere dikkat çekiyorlar. Yani eski dünyada zenginlik-yoksulluk, komünizm-faşizm, iyi-kötü, savaş-barış çelişkilerinin alabildiğine net olmasına rağmen günümüzde bu netliğin ortadan kalktığını dile getiriyorlar.
"(...) Bugün ise siyasetin dili fiilen depolitize edilmiş (siyasetten arındırılmış) durumdadır. Savaşın ismi insani müdahale, kitlesel katliamın adı 'etnik temizlik' oldu" dedikten sonra hemen ekliyorlar; "Çağdaş kuram bile siyasal antagonizmadan (temel çelişki, uzlaşmaz karşıtlık) uzak durmaya dikkat ederek 'münakaşaya dayalı' siyasetten yana tavır belirliyor ki bunun da kolayca alkolsüz bira, dumansız sigara veya kafeinsiz kahve gibi siyasetsiz siyaset olduğu ortaya çıkarsa şaşmamak gerekir..."
Şimdi gelelim bizim konumuza; insanlar, bütün dünyada milyarlarca dolar harcanarak satılmaya çalışılan ürün ve hizmetlerle mi yaşarlar sizce? "İnsan neyle yaşar?" sorusuna kim şu veya bu marka diye cevap verir? Bu sorunun cevabı hangi ürün ve hizmet olabilir? Belki yalnızca fiziksel ihtiyaçları karşılayan ürünler bu sorunun yanıtı olarak ortaya konulabilir, ama bu da sorulan soruyu determinist bir yaklaşımla çok dar bir kalıba sıkıştırmak anlamına gelir zaten...
Satılmaya çalışılan ürün ve hizmetler elbette bir takım doğal ihtiyaçların, hazların, tatminlerin konusu da olabilir. Ancak bu tür ürün ve hizmetlerin de aslında yalnız "vesile" olduğu, esas ihtiyacın, hazzın ve tatminin yerine geçemeyeceğini unutmamak gerekir.
İnsan çoğu kez sattığımız veya satmaya çalıştığımız şeylerle yaşamıyor. Yani o şeyler olmasa da insanlar bir şekilde yaşayabilir. Ama sakın ola ki bundan yapılan işin önemsiz olduğu sonucu çıkmasın. Söylemek istediğim; elimizdeki ürünü ve kaynağı insanlara daha çok ve daha çok tükettirmek için değil, hayatına daha fazla anlam katmaya yönelik bir hareket oluşturmak için kullanmalıyız. Her zaman söylediğimiz gibi "daha çok satmaya" veya "paraya" değil, "değer"e odaklanmalıyız. Çünkü insanı yaşatan şey aslında çoğu zaman sattığımız ürün veya hizmet değil, yarattığımız değerdir. O zaman bu vesileyle, fırsat ayağımıza gelmişken daha fazla "anlam" ve "değer yaratmak" üzerinde düşünmeli, bunlar için çalışmalıyız.
Bu köşe için konunun biraz ağır kaçtığının farkındayım. Ama konuyu buraya taşımamın nedeni biraz da yukarıdaki soruya verdiğim cevaplarla ilgili. Bence insan biraz da "zorlanarak" yaşar. Kafamızı biraz zorlamaktan, başka bakış açılarını denemekten, yanılmaktan, okumaktan, düşünmekten, en tehlikeli gibi görünen fikirleri bile anlamaya çalışmaktan, yeni fikirler geliştirmekten korkmayalım. Zorlanmak bizi daha güçlü yapar, ne kadar güçlü olursak başka insanlar için o kadar fazla değer ve anlam yaratabiliriz.