İnsan hakları masalı sürdürülebilir mi?
Günümüz dünyasında insan hakları ve sürdürülebilirlik üzerine yapılan söylemler, çoğu zaman umut dolu cümlelerle süslenmiş, şaşaalı vaatler olarak karşımıza çıkıyor. Ancak gerçekler bu cilalı söylemlerden çok uzak…
Rusya-Ukrayna, İsrail-Filistin işgali ile özellikle son 2 yılda, dünya çapında tahmini 117,3 milyon insan; zulüm, çatışma, şiddet, insan hakları ihlalleri ve kamu düzenini ciddi şekilde bozan olaylar nedeniyle zorla yerinden edildi. 2024 temmuz ayına kadar bu sayının 120 milyonu aştığı tahmin ediliyor. Her 69 kişiden biri veya tüm dünya nüfusunun yüzde 1,5’i artık zorla yerinden edilmiş durumda. Üstelik son 12 yıldır bu sayı giderek artıyor.
İnsan hakları gerçekten evrensel mi?
İnsan hakları denilince akla hemen evrensel değerler geliyor. Ancak bu “evrensellik” kavramı, çoğu zaman Batı merkezli bir perspektifin dayatmasından öteye gitmiyor. Örneğin, Batı ülkeleri insan hakları konusunda mangalda kül bırakmazken, kendi sınırları dışında yürüttükleri askeri müdahaleler ve ekonomik sömürü politikaları, Birleşmiş Milletler’in tüm Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları ile çelişiyor.
Orta Doğu’da, Afrika’da ve Asya’nın birçok yerinde yaşanan insan hakları ihlallerine göz yummak, bu ülkelerin kendi çıkarları uğruna hak ihlallerine ortak olmalarından öteye gitmiyor. Söz gelimi Nisan 2023’te Sudan’da patlak veren çatışmalar dünyadaki en büyük insani ve yerinden edilme krizlerinden birine neden oldu. Ülke içinde 6 milyondan fazla insan yerinden edildi ve 1,2 milyon kişi komşu ülkelere kaçtı.
Myanmar’da Şubat 2021’deki askeri darbenin ardından artan şiddet, 2023 yılında ülke içinde 1,3 milyondan fazla insanı yerinden etti. Filistin Devleti’nde ise Ekim-Aralık 2023 tarihleri arasında Gazze Şeridi’ndeki işgal nedeniyle 1,7 milyona kadar insanın, bir başka deyişle nüfusun yüzde 75’inden fazlasının, yerinden edildiğini ve bazılarının birden fazla kez kaçmak zorunda kaldığı tahmin ediyor. Özellikle Avrupa ve Amerika, kendi topraklarında yaşayan insanlara sağladıkları haklarla övünürken, mülteci krizine yaklaşımında sergiledikleri tutumlar, bu “evrensellik” iddiasının ne kadar boş olduğunu gösteriyor.
İçi boşaltılmış kavramlar
Öncelikle insan hakları ve sürdürülebilirlik kavramlarının içinin boşaltıldığını fark etmek çok önemli. Ardından, gerçek anlamda insan haklarına ve sürdürülebilirliğe ulaşmak için radikal değişimlere ihtiyaç var. Bu değişimler, politikadan ekonomiye, eğitimden sosyal yapıya kadar her alanda köklü dönüşümleri gerektiriyor.
Bu dönüşümler gerçekleşmediği sürece, insan hakları ve sürdürülebilirlik, birer masaldan öteye geçemeyecek. Eğitim sistemlerinde, insan hakları ve sürdürülebilirlik konularının derinlemesine ve eleştirel bir şekilde yer alması gerekiyor. Medya ve STK’ların, bağımsız ve tarafsız bir şekilde bu konuları gündeme taşıması, politikacıların ve iş dünyası liderlerinin ise kısa vadeli çıkarlar yerine uzun vadeli toplumsal faydaları gözeten politikalar geliştirmeleri ve uygulamaları gerekiyor.
İnsan hakları olmadan sürdürülebilirlik olur mu?
İnsan hakları ve sürdürülebilirlik, günümüzün popüler ve cilalı kavramlarından biri. Şirketler ve hükümetler sürdürülebilirlik raporları yayımlıyor, yeşil enerjiye geçiş yapıyoruz diye övünüyor. Sektörel öncüler sürdürülebilirlik adına yaptıkları yatırımlarını PR çalışmalarıyla süslerken, aynı zamanda çevreye ve topluma verdikleri zararları da PR yolu ile gizliyorlar.
Sürdürülebilirlik adına yapılan projeler çoğu zaman yoksul halkların yaşam alanlarını yok ediyor, yerel ekosistemlere zarar veriyor ve toplumsal adaletsizliği daha da derinleştiriyor. Güçlü mottolar ardına gizlenen bu gerçekler, aslında güçlünün haksızlığını maskelerken, başta insan hakları olmak üzere, küresel Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın her birini boşa çıkarıyor.