İnşaat kaynak yaratmaz!
Çok değil, yalnızca dört ay önce bu köşeden “Yalnızca satarken mi insan odaklıyız?” diye sormuştum.
Bu kadar “İnsan” odaklı olduğunu iddia eden bir pazarlama anlayışı dört bir yanımızı sarmışken, her bir iletişim mesajında kullandığımız kelimeler ruhumuzun ta derinliklerine hitap etmesi için özenle seçilirken, müşterilerimize verdiğimiz bu engin insanlık mesajlarının maliyeti birilerinin ölümü, yaralanması veya sakat kalması olabilir mi?
Bu soruya hemen hepinizin yanıtı belli; “olamaz” veya “olmamalı”! Fakat oluyor işte; her yıl iş kazalarında bin 200’e yakın insanımızı kaybetmeyi görmezden, duymazdan geldiğimiz için Soma’da kaybettiğimiz 301 madenciyle, Mecidiyeköy’de kaybettiğimiz 10 inşaat işçisiyle gözümüze sokulan bir gerçek bu. Ve böyle giderse, kendimize gelmemekte bu kadar ısrar edersek bu acılarla daha çok, ama çok sarsılacağız.
Soma faciasından hemen sonra 16 Mayıs tarihli yazımda, piyasa koşullarına kayıtsız şartsız böylesine teslimiyetin bu tür facialara yol açtığını belirtmiştim. Her zaman dediğimiz gibi devleti veya bir kenti yönetmekle bir şirketi yönetmek aynı şeyler değildir. İstanbul’u veya Türkiye’yi bir şirket olarak görüp piyasa koşullarına göre yönetmeye kalkarsanız, sonunda kenti bir gayrimenkul, insanları da bir üretim faktörüne indirgeyen sığlığa saplanıp kalırsınız. Bu anlayışla da ne toplumun mutluluğunu, ne de doğru düzgün bir kalkınma, zenginleşme sağlayabilirsiniz.
Ekonomiden sorumlu devlet Bakanı Ali Babacan, bir süredir inşaat sektörüne dayalı büyüme modelinin artık terk edilmesi gerektiğini, AVM yapmakla bu işin daha fazla devam ettirilemeyeceğini söyleyip duruyor. Hadi bizim gibi son 5-6 yıldır bunu tekrarlayanları kimse kaale almadı. Artık aymazlıkta öyle bir noktaya gelinmiş ki, hükümetin bakanının söylediklerine bile pek kulak asan olmuyor. Aksine, inşaat sektörünün şişirilmesinden hatırı sayılır pay alan bazı işadamları, Babacan’ın söylediklerine kızıp, moda deyimle “atarlanabiliyor.” Çünkü bugün ülkeyi yönetenler de o bazı işadamları gibi Türkiye’nin inşaat sayesinde kalkındığına, “inşaat sektörünün kendi kendine kaynak yaratan bir sektör” olduğuna inanıyorlar.
Oysa hiçbir şey yoktan var olmaz, olamaz. Yani inşaat sektörünün “kendi kendine kaynak yarattığı” tam bir şehir efsanesidir. Aksine hep dediğimiz gibi, büyüme için inşaat sektörüne bel bağlandığında, üretken alanlara gitmesi gereken kaynaklar toprağın altına gömülür, sürdürülebilir ve gerçek bir kalkınma, zenginleşme sağlanması mümkün olamaz. İnşaatı merkeze alan büyüme anlayışı yalnızca toprak ve rant sahiplerinin zenginleştiği, toplumun geri kalanının ise orta ve uzun vadede fakirleştiği bir büyüme modeli ortaya çıkartır. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi.
Şimdi “İnşaat kendi kaynağını yaratır” diyenler için, pazar günü yaşanan facia sonrası Twitter’da yazdığım basit bir hesabın sonucunu burada tekrarlayayım. 461,5 milyon liraya verilen Ali Sami Yen arazisi üzerinde yaptığı inşaat faaliyeti sonucu Torunlar adlı şirketin toprak altına gömdüğü meblağ 500 milyon liraya, elde ettiği net rant en az 1,4 milyar liraya ulaşıyor. Bina işletmesinden, otoparklardan ve benzerlerinden sağlanan gelirleri buna katmıyorum bile.
Peki, sizce şimdi inşaat sektörü kendi kendine kaynak mı yaratmış oluyor? Kentin ortasında, yanındaki likör fabrikası arazisiyle birlikte, kalan son kamu arazilerinin İstanbul halkından adeta gasp edilmesinin sizce hiçbir maliyeti yok mu? Şimdiye kadar kamunun kullanımında olan bu alanları halkın kullanamaması bir maliyet değil mi? Üç kez yargı tarafından iptal edilmiş TOKİ planlarını uygulamakta ısrar ederek buradaki insanları 6 emsale varan yoğunluğun getirdiği, trafik, hava kirliliği, sıcak ve daha kalitesiz bir yaşama mahkum etmek bir maliyet değil mi? 500 milyon 1 milyar liralık kaynağın üretken bir alana yönelmek yerine topluma hiçbir faydası olmayan bir beton yığınına bağlanması maliyet değil mi? Bu araziyi ele geçiren birilerinin zenginleşmesi, buna karşılık halkın fakirleşmesi bir maliyet değil mi? Peki bir an önce elde edilmek istenen rant uğruna her türlü güvenliğin gözardı edilip insanların göz göre göre ölüme yollanması bir maliyet değil mi?
Soma’daki 301 ölümün ardından, halka bedava dağıtılan kömürün, aslında “bedava olmadığı” anlaşılmıştı. “Con Ahmet’in devridaim makinesi” gibi inşaat sektörünün de kendi kendine kaynak yaratmadığını birilerinin öğrenmesi ne kadar zamana, cana ve kaynağa mal olacak kimbilir!