İnovasyon dili ingilizce

Edip Emil ÖYMEN
Edip Emil ÖYMEN YENİLEŞİM [email protected]

Nihayet, “herkesin” tahminini korelasyon analizlerine döktüler: Yenilikçilik (inovasyon) için İngilizce şart. Bizim, alay eder gibi “eğitim şart” dediğimizden farklı bir şey bu “İngilizce şart.” Harvard Business Review (HBR-ABD) dergisinde yayınlanan “İngilizce yetkinliği yüksek ülkeler, inovasyonda da yüksek” başlıklı değerlendirme, konuyu anlatıyor. 

Dergide EF Education First Araştırma Yetkilisi Minh Tran’ın makalesini bütün eğitimcilerimiz, teknoloji siyasetini şekillendiren kamu görevlileri ve yüksek yöneticileri, bütün milletvekilleri, bakanlar, daha üst makamlar okumalı. 

Çünkü bir Milli Eğitim Bakanı’mızın sözleriyle: “10 yılda ‘how old are you’ dedirtemedik.” (30.08.11) Ve bir YÖK Başkanı’mızın sözleriyle: “Keşke ilkokuldayken İngilizce programları başlatsak da bu sorunu çözsek... Arkadaşlarımız bir yabancı dil bilseler, İngilizceye hakim olsalar (..) size Avrupa yolu da dünyanın yolu da açık olacak. Yabancı dil konusunda sıkıntılarımız var. Küçük yaşta yabancı dile yönlendirirsek çok iyi olur gibi geliyor. Gelecek nesillere borcumuz bu olmalı.” (14.02.11)

HBR’de yayınlandığı için küresel iş dünyasında “İngilizce” okunan makalenin ana fikri, bu dil yetkinliği ile diğer küresel göstergeler (örneğin 2015 Küresel İnovasyon İndeksi GII, Sosyal Gelişme İndeksi gibi) arasındaki korelasyon hesaplarına da yer veriyor. Sonuçlar, yukardaki alıntılara destek: “İngilizce yeterliği yüksek ülkeler, Ar-Ge’ye daha çok GSYH ayırıyor, yüksek teknoloji üretim ve ihracatları daha yüksek.” (s.hbr.org/1NG9Pp0O) 

Buna benzer olarak, TEPAV Kasım 2013’de yayınladığı “İngilizce Dilinin Öğretimine İlişkin Ulusal İhtiyaç Analizi”nde şöyle değinmişti: “İngilizce iletişim kurabiliyor olmak bir ülkenin uzun dönemli ekonomik büyüme potansiyelini, o ülkenin inovasyon kapasitesini arttırmak yoluyla olumlu yönde etkileyebilir.” 

Korelasyon adlı istatistik yöntemi bilen okurlarımızdan özür dileyerek, bilmeyenlere bir açıklama gerekli: Korelasyon, neden-sonuç ilişkisi göstermez. İki değişken arasındaki doğrusal ilişkinin yönünü gösterir. Bu yön olumlu olabilir, olumsuz da olabilir. Örneğin: Yazın denizde boğulma artışı ile dondurma tüketimindeki artıştan şu sonuç çıkartılamaz: Dondurma, boğulmaları artırıyor (!).

Zaten yabancı bir dili “bilmek” demek, sadece ve mutlaka sular seller gibi konuşmak değil. Dört aşaması var bu işin: Okuduğunu anlamak. Söyleneni anlamak. Konuşmak. Ana dilden o dile çeviri yapmak veya yazmak... Bu sonuncusu, çift dilli bir ailede büyüyenlere veya 5 yaşından itibaren o dili de öğrenmeye başlayanlara özgü bir kazanç. Ülkemizde, okul öncesi çocuklara sadece İngilizce değil, Rusça ve Çince de öğreten anaokullarımız var. Ama devletin örgün eğitiminde ne yazık ki yabancı dil eğitimi gayet verimsiz, yetersiz. 

Bu nedenle, HBR makalesindeki şu öğüt önemli: “Ar-Ge’ye yüksek yatırım, STEM eğitimini teşvik önemli ama yeterli değil. Kültürlerarası ilişki kurmak için İngilizce şart.” Çünkü İngilizce, ana dili İngilizce olmayan dünya nüfusunun en yaygın ortak dili. Daha eskiden bu, Fransızca’ydı. İngilizce, Fransızların küçümseyici tanımıyla “Globish” oldu (Globe=Küre sözcüğünden uydurma). 

Ufukta mutlu bir gelişme olabilir: MEB’in, 2016 Eylül’de başlatacağı yeni müfredata göre, 5’inci sınıflarda 4 saat olan İngilizce dersi 16 - 20 saat olacak. Bakan Avcı, altyapısı “uygun” özel okullarda bu uygulamaya hemen geçileceğini, devlet okullarındaki altyapının tamamlanmasıyla orada da başlayacağını söyledi (17.04.15). Ancak, İŞKUR’a göre en fazla öğretmen açığı %7.5’la İngilizce’de. 

Ve, Bedri Rahmi Eyüpoğlu diyor ki: “En azından üç dil bileceksin. Üç dilde düşünüp, rüya göreceksin.” 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Hollywood’a yapay zekâ 02 Ağustos 2019